Tutsağı olduğum sefaletten kaçıyordum. Sokaklarda belli bir amacım olmaksızın, rasgele yürüyor; para ve şehvet peşinde koşan, o tamahkâr suratlı ayaktakımı arasından rahat, umursamaz geçiyordum. Onları görmeye ihtiyacım yoktu, biri ötekinin kopyasıydı.
Dayanılmaz bir şeydi bu: Gördüğüm, aralarında yaşadığım insanların uzağındaydım ya, bir dış benzerlik, hem uzak hem de çok yakın bir benzerlik, beni gene de onlara bağlıyor, ancak hayatın ortak ihtiyaçları, duyduğum şaşkınlığı azaltıyordu.