Kel Ali'nin sorularını yanıtlayan Dr. Nazım, mahkeme sonunda kendisini darağacının beklediğini belki biliyordu; ama Mustafa Kemal’in Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü
(Aras) Bey ile evlenen Makbule Hanım'ın damadı, Demokrat Parti hükümetinin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’yu da yıllar sonra bir başka idam sehpasında aynı yazgının beklediğini bilemezdi.
Ve eşi Beria Hanım'ın büyük halası, Naciye Hanım'ın kızı Berrin'in Aydın’Iı Hacı Ali Paşa'nın torunu Adnan Bey ile evleneceğini; Adnan Menderes'in de 1961 yılı Eylül ayının 17'nci günü İmralı adasında Demokrat Partl'nin ilk ve son başbakanı olarak darağacında can vereceğini de düşünmezdi.
Hayır, bize bunları öğretmediler: Lisede Sophokles okuduk, klâsik Türk sanat musikisine sövmeyi, Divan şiirini hor görmeyi, buna karşılık devletin yayınladığı kötü çevrilmiş batı klâsiklerine körü körüne hayranlık göstermeyi öğrendik. Sanki Sinan Leonardo'dan önemsiz, Mevlâna Dante'den küçüktü, Itri ise Bach'in eline su dökemezdi. Aslında kültür emperyalizminin ilmiğini kendi elimizle boynumuza geçiriyorduk, ulusal bileşim arama yerine hazır bileşimleri aktarmak hastalığımız tepmişti, o kadar ki ikinci Dünya Savaşı sonrasında batılı emperyalizmin örgütlü politikasını uygulamaya kendiliğimizden talip olduk. Stalin ve Beria da, haksız ve ahmakça istekleriyle bunu kolaylaştırdılar.
Oysa, bir kere yaptığımız BATILILAŞMAK DEĞİLDİ, ikincisi BATI BİZİM SANDIĞIMIZ GİBİ DEĞİLDİ., üçüncüsü BATININ ULAŞTIĞI YER ÖZENİLECEK BİR YER DEĞİLDİ.
IKG- Kültür, Tarih ve Entegrasyon Araştırmaları Enstitüsü Başkanı Dr. Latif Çelik'in Türk-Alman İlişkileri alanındaki 9. eseri "İkinci Dünya Savaşı’nın Kayıp Türkleri“.
Kitabın matbu haline ulaşabilmek için IKG- Kültür'e mail attım fakat maillerim server sebebi ile ulaşmadı. Bir telefon numarası filan bulurum diye de uğraştım ama maalesef.
Latif Çelik ismini uzun süredir takip ediyorum. Almanya'da Türk ve Türkiye'de Alman izlerini araştıran bu konuda bir hayli bilgi birikimine sahip ender şahıslardan. İncelememi okuyorsa kendisi ile tanışmak istediğimi bilmesini isterim.
Eseri matbu halde bulamdığım için tez olarak pdf'ini okudum. Eserde beni rahatsız eden tek husus bazı yerlerde geçen Türkistanlı lejyonerlerin kendi ülkelerine karşı savaştığı iddiası. Bu maalesef büyük bir hatadır zira Türkistanlı lejyonerlerin yurtları istimlak edilmiş, namusları payimal olmuş, bayrakları yırtılmış, yıldızları sönmüş bir haldeyken Sovyet Rusya onlar için elbette bir "vatan" tanımından uzak klacaktır. Ayrıca bunu hainlik olarak niteleyeceksek Nazi Ordusundaki Tamara Birliğine ne demek gerekir? Kafkas hizbinin idare ettiği Sovyet idaresinin önemli isimleri Gürcülerdi. Beria, Orconikidze , Stalin ilk aklıma gelenler. Buna karşın Nazilerin bünyesinde bir Gürcü birliği vardı ve Gürcülerin efsaneleşmiş ecesi Tamara'nın adını kullanıyorlardı.
Bu husus göz ardı edilirse genel olarak eseri beğendiğimi söyleyebilirim. Umarım bir gün Latif Çelik'in imzasıyla matbu bir halde kitaplığımdaki yerini alır.
Dikkat: Tatkaçıran/oyunbozan içerir.
‘Kağnı’da Sabahattin Ali Öykücülüğü
Ulaş Başar Gezgin
Sabahattin Ali’nin (1907-1948) ‘Kağnı’ (1936) adlı öykü kitabının ilk öyküsü, aynı adı taşıyor. ‘Kağnı’ (1935) adlı öyküde, köyde bir cinayet işlenir. Öldürülenin yaşlı anası dava açmasın diye, imam, arabuluculuk yapar. Ağa, kadına sus payı olarak keçi
... Brecht'in kurgusal ajitatörlerini Stalin'in fazlasıyla gerçek olan, Vişhinski gibi cellatlarından ve Beria gibi polislerinden ayıran şey, bu sonuncuların sanıkların şu
ya da bu hain, kanlı, komplocu işleri gerçekten yapmış olduğunda banal ısrarlarıydı - gerçek olguları aşan
paradoksal bir “nesnel” suç düşüncesini izlemek yerine buna inanıyorlardı ... Brecht kartları başka türlü açar, ve biz izleyiciler idam edilen kahramanı bağrımıza basmak zorunda kalırız.