içimizden biri, yani en çekingen olanımız bir gün hiddetlendi fazlasıyla, dilinin bağı çözüldü ve her birimizin kalp fotoğrafını çıkarıp koydu ortaya. mülayimimizin göğüs boşluğunda kindar bir nokta gördük; yanıp söndü yardımseverimizin göz çukurundaki hesaplılık; akıllımızın alnında kurnaz bir çizgi belirdi. hepimiz gerçekte, onun gösterdiği fotoğraflardaki kişilerdik. dünyanın en sahici resmini, çok istemesine rağmen o resme dâhil olamayanımız çekmişti...
ben dört mevsimin dördünde de annemin yüzünde bir değişiklik görmedim. üzeri sayısız çizgiyle saklanan, mevsimlere aldanmayan bir yüzdü onunkisi. tabiatın bu erken yorulmuş gelini, tepeleri örten kara nasıl bakıyorsa, basmalıklara doluşan kuşlara da aynı sakin yüzle bakardı. o sakin yüzde hiç belli etmeden ekin tarlaları yeşerir, harmanlar kaldırılır, koca bir bağ bozulur, ama o yüz ne hevesini ne de kuruntusunu ele verirdi. yekpare bir zaman aynasına benzerdi onun yüzü. annemin yüzünün tam karşısında, iki ablamın ve sürekli evimize girip çıkan komşu kızlarının yüzleri dururdu. bu acemi kızları nasıl da çabuk avlardı mevsimler. üzerinde gölge oyunu oynanan bir perde gibiydi onların yüzleri: açılır ve kapanırlardı; yumuşar ve sertleşirlerdi; kaybolur, sonra yeniden bulunurlardı...