Millet kültürünün ağacını dikecek ve millet ruhuna hayat getirecek nesiller, inanışla sevgi mabedinin mihrabında önce tövbe etmeli sonra da inanmayı ve sevmeyi öğrenmelidirler.
Her kökünden bir inanış otu biten, her tarafına bir başka şevk saçılmış dünyamızda aşk ile inanışın terbiyesini en küçük yaştan itibaren almamış olan nesiller bedbaht nesillerdir.
Cinsiyete bağlanan aşkın ve onda aranan içi boş meyus tesellinin şifa vermeyişi gibi, insanın yine insan oğluna karşı yaşadığı zaferlerin karanlık, ürkütücü ve bedbaht neşesi, kainatın bütününden varlığı koparmış olmalarından ileri gelmektedir.
Cüz'î ve ferdî isteklerimiz, alemşümul ve gerçek varlığı unutturarak tatmini aramaktadır.Böyle olunca, varlığımız alemden kopuyor; yalnızlığından korkan, yine de gafletle yalnızlığını arayan egoizmin kucağına sığınıyor.
Âlemin dileğini kendi dileği yapmak istemek, alemin kalbini kendi varlığına sığdırmaya çalışmak: İşte gerçek ve hür hareket yolunda ilerleyiş bununla oluyor.
"Eğer ben var olmak istediğim değilsem, sözle değil, arzu ve tasavvurlarla da değil, fakat bütün kalbimle, bütün kuvvetlerimle, hareketlerimle istediğim değilsem, ben var değilim... Var olmak istemek ve sevmektir."
Kendi sınırı içinde durmak, Allahın verdiği hale razı olmaktır. Yaratılımışın doğal hali budur. Sınırı zorlamakta, kendi zatına ait hilkati değiştirmeye, bozmaya gitmek olur.