“Beyoğlu’nda yürümek çok daha zordu. İstiklal Caddesi polis, asker, tanklarla doluydu. Yerlerde kümeler halindeki cam yığınları arasında kırılmış, parçalanmış, akla gelen her tür eşya, lime lime edilmiş, ince şeritler halinde kesilip yollara saçılmış kumaşlar, fotoğraflar, çerçeveler, çocuk arabaları, oyuncak bebekler, kazma sapları, sopalar, demir çubukların başında nöbet tutan, ikide bir düdük öttüren polisler, tramvay rayları boyunca yağmadan arta kalan enkaz yığınları, cam kırıkları üzerinde sekerek, atlayarak zorlukla yürüyen, koşuşturup duran, kimisi ağlayıp, kimisi nemli gözyaşlarıyla yağmalanmış dükkânlarının başında çaresizlik içinde ne yapacaklarına, işin neresinden başlayacaklarına sanki bir türlü karar veremeyip öylece şaşkınlık içinde bekleşen insanlar…”