Arkamda duyduğum ayak sesleri üzerine başımı çevirince, karşımda Ali Çavuş’u buldum. Sararmış yüzü derin bir acının belirli izleriyle çizgiliydi. Daha ‘Neyin var?’ diye sormama meydan kalmadan, o müthiş gerçeği anlamama yetecek bir hareketle, kolunu uzatmıştı. Dehşetle sarsıldım. Çavuşun sol kolu, bileğinin dört beş parmak kadar yukarısında parçalanmış, kanlar içinde idi. Elinin yere düşmemesini ancak zayıf bir bağlantı önlüyordu.