Karında geçen dokuz ayın üstüne bizi sallayan kolların dalgalara benzeyen hareketi ya da araba oturağının hafif hareketleri hoşumuza gider. Yakınımızda biri olduğunu anlamamızı sağlayacak her şey hoşumuza gider, bir grubun parçası olduğumuzu hissetmek hoşumuza gider, henüz dünyaya yeni gelmiş olsak da bu böyledir. Bu nedenle sırtımızın ya da saçlarımızın okşanmasını severiz, sevdiğimiz insanların nefesini dinlemekten, bedenlerinin sıcaklığından, bize "yalnız değilsin" diyen her şeyden hoşlanırız.
Ona ne kadar zamandır takı tasarımcılığı yaptığını sorduğumda yanakları kızardı ve "Keşke, ben yeminli mali müşavirim gerçek bir takı tasarımcısı değilim." dedi. Şu anda senin küpelerini takıyorum abaküsünü değil, diye geçirdim içimden. Kulaklarımı işaret ettiğimde ve "Elbette siz bir takı tasarımcısısınız." dediğimde gülümsedi ve "Bu işten fazla para kazanmıyorum sadece sevdiğim için yapıyorum." karşılığını verdi.
Bu bana ne kadar saçma gelse de anlıyorum. Kendime yazar demekten nefret ediyorum çünkü bana haklı gelmiyor. "Yeterince" yazar değilim. Kendinden süphenin üstesinden gelmek, tamamen yeterli olduğumuza inanmak ve dünyanın olmamız gerektiğini ve kendimizi adlandırmamız gerektiğini söylediği şeyi bırakmakla ilgilidir.