Alıntı: “Tetiğe basılıyor ve bir haksızlık, bir ihanet, bir suçlu veya kötü bir huyla birlikte ömürlük sevme gücü, fazilet tohumları, yararlılık, iyilik gücü de yok oluyordu.”
Tarık Buğra’nın kalemine hayran kaldığımı dile getirerek başlamak istiyorum yazıma. Tarihi -bizim tarihimizi- güzel bir üslupla anlatmaya ant içmiş olmalı. Osmancık eserinde de aynı duyguları yaşadım. Küçük Ağa da ondan aşağı değildi: Ulusal bir konuyu anlatırken “evrensel” gerçeklere değindiğini hissettirdi bana iki eserinde de. Yukarıdaki alıntı da evrensel bir gerçeği yansıtıyor mesela ve kitabın özeti niteliğinde, diyebiliriz. Küçük Ağa diye adlandırılan kişi de tam anlamıyla “kendini gerçekleştiren birey”in özelliklerini taşıyordu bana kalırsa. Ders çıkarmaktan ve değişimden gocunmayan mizacı ön plandaydı.
Millî Mücadele Dönemi deyince aklımıza daha çok işgalci devletlerin dört bir yandan Anadolu’ya saldırması gelir. Son zamanlarda okuduğum tarih içerikli kitaplarla bu mücadelenin, toplumda görülen fikir ayrılıklarını da kapsadığını ve bu ayrılıkların zafere giden yolda ciddi bir zaman kaybı yarattığını fark ettim. O dönemde yaşadığımı hayal edip bunun ilk etapta doğal olabileceğini düşündüm. Yine de bu ayrılıkların, kutuplaşmaların, iç hesaplaşmaların, bireysel hırsların (Çerkez Ethem’in düzenli ordu karşıtlığı vb.) bize verdiği zararları düşünüp tarihten ders çıkarmaya çalıştım! Sonuç: Kutuplaşma ne kadar uzarsa o kadar zarar verir bir topluma, işgalci devletlerin verdiği zararlardan bile daha fazla...
Küçük Ağa, bu sorgulamaları size yaptıracak bir kitap. Vakit kaybetmeden okuyun, derim.