Yaşama beraber tutunmaya çalışan insanların birlikte ölmelerinden daha doğal ne olabilir. Ölümün bile güzeli var, bak. Ölümden söz etmeyelim bu gece. Bu gece birbirimizi ne kadar sevdiğimizi anlatalım. Sen bana rüzgârda kalbimi yakmayı öğrettin, biliyor musun? Bugüne kadar o kalbi hep başkaları yakmıştı. Ama şimdi ben yakıyorum. Rüzgârlara inat... Aşkın ateşiyle yakabiliyorum artık kendimi. Şimdiye kadar hep unuttuklarım çektirdi bana... Hatırladıklarım daha da fazla. Aşka inancım kalmamışken gönderdi Allah seni bana. Kalbini yakıyorsam alevlerinde yanmak içindir. Âşık olan sürgün yerini doğduğu yer sanır. Ne garip bir kederdir ki bu beni sana sürgün etti bu hastalıkla ama ben sürüldüğüm yerde doğdum yeniden senin aşkınla. Seviyorum seni. Yaşarsam, Allah bana yine yeniden bir hayat verirse sevmeye devam edeceğim. Hem de hayatın bizi ölüme teslim eden gerçek olduğunu bile bile... Öle öle... İzlerinin olmadığı bir gökyüzü tabuttur bana. İçinde sen olmayan bir hayatı, içinde sen olan bir ölüme yeğlerim. Bir gün yanına kadar gelebilecek miyiz hep arkasından baktığımız zamanın? Ve o zaman bizi ne zaman kavuşturacak ölümün içindeki ölümsüzlüğe? Güneş her gün doğuyor ama hayat her gün yeniden başlamıyor. Bizimkisi, yitik bir umuda tutunmak değil mi zaten? Zaman o umudu bize getirecek olan bir köprü sadece.
Bazı zorunluluklar var hayatta, müthiş zorluklar var. Karşı çıkamayacağın eylemler, bu eylemleri gerektiren olaylar ve tam da bu olayların tapılası kahramanları var. İdare edemediğin ruh halleri, güç yetiremediğin düşünce kayıpları, aklından bağımsız tepkiler var. Görmeden tanımak, dokunmadan hissetmek var. Komik ve dahi trajikomik hallere düşmek var. Düştüğünü gizlemeye ihtiyaç bile duymamak var. Köpek gibi bilmek ama bilmemezlikten gelmek var. Ruhunla ne kadar bağdaşık ise zekandan o kadar bağımsız hisler var. Beynini mıncıklayan gerçekler var hayatta. Adımlarını beyin kıvrımlarında atan, bu sayede de seni tanıyan, bu kıvrımların her dönemecinde köşebaşı aynalarında kendini bulan adamlar var. Nefes aldıran sözler, sazlar, şarkılar, türküler var. Gülümsemeyi hatırlatan insanlar var. Ruhunda savaşlar var. Bir fareden farksız hapsolduğun, her çıkmaz sokağını keşfetmeyi ölürcesine istediğin labirentler var. Duvara her çarptığında atılan kahkahaları duyan fare olmak var. Çaresizlik var. Ölüler de var etrafta, çürümüşler de var. Onlardan olmadığını kanıtlamak tasası var. Bunun için de sınırsız bir karalık bürümüş gözlerin var. Hayatta açamayacağın savaşlar var. Hükmen mağlup olunmuş, sahaya bile çıkılamamış mücadeleler var. Gönlün ekmeğidir umut, tırtıklamak var. Bir soluğu tanımak, bir ağzı bilmek var. Bitmeyen geceler var, Varışı olunamayan yollar var. Bir acı kahveyi bile karşılık yudumlayabilmak için yanmak var. Daha neler neler var aslında. En çok da teşekkür var, şükür var. Öyle ya da böyle iyikiler var. Her haliyle kabullü, hep varolsunlar var...
Reklam
Bir Ölünün Mektubu - Yavuz Bülent BAKİLER
Hazret-i Süleyman'a bile kalmadı dünya Baki olan bir tek Allah Bütün günahları size bırakıp Ölmüşüz elhamdülillah Kaygımız yok bizim yiyip içmekten Üstümüz başımız temiz. Bir şey yediğimiz yok ki zaten Oruçluyuz hepimiz. Gün aşırı Kabristana bir ölü getirirler Kalkıp "hoş geldin" deriz. Canımız sıkılırsa geceleri uzayıp
Svetlana Aleksiyeviç (2015 Nobel Konusmasi)
Nigâr Hacızade Belaruslu gazeteci-yazar Svetlana Aleksiyeviç, savaşı, şahidin anlatma yükümlülüğünü, edebiyatını, ömrü boyunca yanı başında olan sesleri anlatıyor. Kaybedilmiş Bir Savaş Üzerine: Svetlana Aleksiyeviç’in Nobel Edebiyat Ödülü Nobel Edebiyat Ödülü’nün bu yılki sahibi Belaruslu yazar Svetlana Aleksiyeviç, 7 Aralık’ta ödül
YAZIMI KIŞA ÇEVİRDİN Neşet Ertaş'ın aşık olduğu Leyla, Muharrem Ertaş'ın sahne aldığı gazinoda çalışıyordu.Babasını dinlemeye giden Neşet Ertaş,bir gün gazino kapısında Leyla'ya denk gelir ve o gece ustayı uyku tutmaz.Gönlüne bir yıldırım gibi düşen Leyla’yı görmek için her gün gazinoya gitmeye başlar. Leyla’yı her gördüğünde
YAŞLILAR NEDEN DIŞARIDALAR GENÇLER NASIL OLUP DA İÇERİDELER? Kitap okuma alışkanlığı olmayan, bir enstrümanı çalamayan, herhangi bir sanat dalına ilgi duymayan, hobisi olmayan, vakit geçirmekten anladığı tek şey kendisi gibi olanlarla sohbet etmek, dedikodu yapmak, mağazaların vitrinlerine, tuhaf bulduğu insanların yüzlerine bakmak, şunu bunu
Reklam
Demek Gidiyorsun
Demek gidiyorsun Bir bahar mevsiminde Bütün çiçekleri toplayıp eteğinde Taze umutları savurup rüzgarlara Tutunup taze bir aşkın dallarına Düşünmüyor musun geride kalanları Bir zemheri soğuğunda bıraktıklarını Çorak topraklara savurduklarını
Bana yanmak düşüyor, yangın görsem resimde; Yaşıyorum zamanın koptuğu bir kesimde. Alırken dilenciyim, verirken de borçluyum; Kalmadı eşya ile aramda hiç bir uyum. Taş taş üstüne koysam, bozuk diyorlar, devir! Bir ok çeksem, diyorlar; peşinden koş ve çevir! Nefes alırken bile inkisar ve pişmanlık; Kimse edemez bana benim kadar düşmanlık.
Necip Fazıl Kısakürek
Necip Fazıl Kısakürek
Bugün günlerden eskiler, yine. Unutmayı çok deniyorum. Hayatım boyunca hep denedim. Fakat unutmak diye bir şey sahiden var mı? Bilmiyorum. Nasıl unutulur iyilikler, kötülükler, anılar, acılar... Böyle bir güce kim sahip ki. Öyle kolay değil işte. İnsan yaşadıklarını unutamıyor. Mesele kişiler değil, mesele; o kişilerden arta kalanlar. Mesele;
Valla nereden bulaştık bu işe bilmiyorum.Böyle aşk dediğin şey yanmak ise ben kül olmuşum yani.Böyle bütün rüzgarları sırtıma almışım; o güzelim yüzlerinize, gülüşlerinize, ellerinize, böyle kadehlerinize dökülüyorum tek tek yani. Bazen en başından bellidir filmin sonu da lakin görmek anlamak istemez işte insanoğlu. Böyle sonunu bildiğin halde
373 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.