Halkının barış içinde yaşadığı, hoşgörü ve adilane bir biçimde yönetilen Kırmızı Krallık bir yarımadada bulunmaktaydı. Uzun zamandır hüküm süren kralın ölümü ile yerine büyük oğlu Emanuel geçecektir lâkin kralın vasiyetini öyle bir şartı vardı ki bu genç prens için hayli zor bir şarttı.
O güne kadar hayatını ; eğitim, eğlence, savaş ve
“Amca, belki de kader bizim kral olmamızı bir nedenden dolayı istemedi. Belki de biz bir krallık yönetmek için değil, kralları yönetmek için yaratıldık.”
Bu laf karşısında keyiflenen ikilinin kahkahaları sonsuz ormanda yankılandı.
Geri kalmış ülkelere umut vadeden o gelişmiş ülkeler, kapıları çalındığında ortadan kayboluyorlar. Çünkü artık alacaklarını aldılar. Göçmenler çürüyorlardı, şimdi ise yabancısı oldukları başka bir yerde çürüyorlar.
İlk kattakiler oldukça şanslıdır elbet, fakat pek de azı aşağı bırakacakları yemeğin azlığını düşünerek vicdanıyla davranır. Onlar mutludur ve sadece günü kurtarırlar, çünkü birkaç gün sonra hangi katta uyanacaklarından haberleri yoktur.