Erkek ve kadın kimliklerimizin zenginleştirilmesi, hepi­miz için, özgürlüğe giden önemli bir adım. "Bana insan gö­züyle bak, cinsel bir obje olarak değil" çağrısı, mevcut dü­zene bir başkaldırı çağrısıdır. Ama bu çağrı cinselliği yadsı­yor ve bu yüzden daha da büyük bir totalitarizmin tohum­larını içinde taşıyor. Yirminci yüzyılın teknolojik yenilik­leri, cinsel eşitlik kavramıyla birlikte, cinselliği atmaya ve onu tümüyle biyolojik bir fonksiyona indirgemeye doğru yöneltiyor. Günümüzün mekanik-biyolojik görüşü, tüm cinsel fark­lılıkların, çiftleşme ve gebelikle başlayıp sona erdiğini öne sürüyor. Bunun dışında, tam bir eşitlik olmalıdır. Eşitlik­ten kastedilen, insanın kendi ya da karşı cinsin cinselliğiyle mümkün olduğunca az ilgilenmesi, gündelik hayatın akışında cinselliği hatırlatacak davranışlardan kaçınması. Şimdi­lerde ise, türterin devamı için çiftleşmenin ve gebeliğin dahi gerekmediği bir toplum görünürde. Yapay dölleme, tüp be­bekler, genetik mühendisliği ve nihayet embriyon için tü­müyle yapay bir gelişme ortamı. Bütün bunlar, bu seksten yoksun toplumu daha da tek tip kılıyor.
Sayfa 108 - İletişim Yayınları, 47. Baskı, Çev. Zehra Gençosman-Ömer Madra
Hepimiz trans-seksüeliz; çünkü potansiyel olarak değişebilir biyolojik yaratıklarız.
Reklam
Sıradan erkek ve ka­dının aşkın kalpte yaşadığı fikrini kabul etmezsek, onun ne­rede olduğunu bulamayız. Aşk kesinlikle biyolojik bir gerek­sinim değildir.
Eğer insan, yaşamını, ekmeğini kazanarak geçirmekle yetinsey-di, hiçbir sorun olmayacaktı. İnsanda karıncaların güdüleri yoktur ama, karıncanınki gibi bir varoluş, gene de pekâlâ insanın kaldırabileceği bir durumdur. Ne var ki, insan, koşullan gereği, bir karınca olmakla yetinemez, bu biyolojik ya da maddesel yaşam sürdürme sorunundan başka, daha iyi yaşayabilme ya da daha faydacı olabilme sorunu diye nitelendirebileceğimiz insana özgü bir başka durum da vardır. Bu ne anlama gelir? İnsanoğlunda farkında olma özelliği ve düşgücü bulunduğundan, özgür olma gizilgücüne sahip bulunduğundan, Einstein'm bir keresinde dile getirdiği üzere, “fincandan fırlatılmış zar” olmama eğilimini içinde taşır. Yalnızca, yaşamı sürdürmek için neyin gerekli olduğunu bilmek istemekle kalmaz, insan yaşamının ne anlama geldiğini anlamak ister. Kendisinin bilincinde olan tek canlıdır o. Tarihin süreci içinde geliştirdiği ve yalnızca biyolojik varlığın sürdürülmesi sürecine hizmet etmekten daha çok şey yapan yeteneklerinden yararlanmak ister. Açlık ve cinsel yaşam, tümüyle bedensel bir görüngü olarak yaşam sürdürme alanına girer. (Freud'un ruhbilimsel dizgesinde, döneminin mekanik maddeciliğinden kaynaklanan ve onu, yaşamın sürdürülmesine hizmet eden güdülere dayanan bir ruhbilim ortaya atmaya götüren büyük bir yanlış vardır.) Ama insanda, yalnızca insana özgü olan ve yaşam sürdürme işlevini aşan tutkular vardır. Bunu hiç kimse Marx'tan daha açık şekilde dile getirmemiştir: “Tutku, insanın, amaçlarına ulaşma çabası gösterme yeteneğidir.”9 Bu sözlerde, tutku, bir ilişki ya da ilgili olma kavramı olarak ele alınmaktadır
Yani evlilik öncelikle insanın biyolojik ihtiyacıdır denilebilir. Kadın erkek ilişkilerinde, erkek aşk verir, cinsellik ister; kadın da cinsellik verir, aşk ve sevgi ister. Kadınlar psikolojik doğaları gereği cinselliği ikinci planda tutarlar. Çünkü kadın sevilmeyi, değer verilmeyi, duygusal ihtiyaçlarının karşılanmasını daha çok önemser.
Seks bir içgüdüdür, biyolojik bir gereksinimdir, içteki salgılara bağlıdır. Amacı fiziksel gerilimin yok edilmesidir. Aşk ise kesinlikle biyolojik bir gereksinim değildir, çünkü onu hissetmeyen milyonlarca insan, hiç bilinmediği birçok yüzyıl ve kültür şekli vardır. Amacı ruhsal gerilimin yok edilmesidir. Ona neden olan iç salgıların ya da bezlerin adlarını söyleyemeyiz.
Reklam
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.