Köpeklerim Capi'yle Garip (tam bir gariban olduğu için Garip adını koyduk) birbirlerine dolana dolana koşup geldiler. İkisini de karşıma oturtup yalnızca Capi'yi sevdim. Capi'nin bembeyaz parlayan tüyleri çok güzel görünüyor. Garip'se kirli. Capi'yi sevince Garip'in yanda ağlamaklı ağlamaklı baktığının farkındayım. Garip'in topal olduğunun da farkındayım. Garip'in bu acınası halinden nefret ediyorum. O kadar zavallı ki dayanamayıp bile bile kötü davranıyorum. Garip, sokak köpeklerine benzediği için her an yakalanıp öldürülebilir. Ayağı da malum, kaçmaya çalışsa bile başaramaz. Hadi, Garip! Dağlara, bir yerlere kaç. Nasıl olsa kimse seni sevmeyecek. Bir an önce öl gitsin. Ben sadece Garip'e değil insanlara da kötü davranan bir kızım. Gerçekten fenayım.
Neşe kolonya gibi bir şey. Dökünüyorsun o an ferahlıyorsun. Sonra uçup gidiyor burnundan,elinden, üzerinden. Kasvet öyle değil ama,zamk gibi, bulaşıyor ve dokunan herkese.
Her an aşagıdaki meydana atlayacakmış gibi duran bu paha biçilmez at, Venedik'teki pek çok hazine gibi Haçlı seferleri sırasında İstanbul'dan yagmanarak getirilmişti.
Yagmalanarak getirilen bir başka sanat eseri de kilisenin güneybatı köşesinde atların altında duruyordu:Tetrark olarak bilinen, mor bir porfirdi.
Heykel, on üçüncü yüzyılda İstanbul'dan getirilirken ayagının kırılıp kaybolmasıyla tanınıyordu. 1960 'larda ayak mucizevi bir şekilde İstanbul' da bulunmuştu. Venedik, heykelin kayıp parçası için istekte bulunmuş, Türk yetkililerse basit bir mesajla cevap vermişlerdi:Siz bizim heykelimizi çaldınız biz de ayagı vermiyoruz.
* Şayet Ateş sadece düştüğü yeri yaksaydı ne ölene yaş tutulurdu, ne de gidenin ardından feryat figan edilirdi.
*Kendin olmadığın her an , bir başkasının düşünce evresinde çürümeye mahkûmsun.