"Ona (Molla Bey'e) göre esas olan, zaman dediğimiz şeyi insan ruhunun benimsemesi, bir meyve ısırır gibi, kendi izlerini ona kuvvetle geçirmesiydi."
Sayfa 64 - Dergah Yayınları, 10. baskıKitabı okudu
"Ah eski İstanbul! İçten içe kaynaşan hayatıyla, durmadan çarpışan ihtiraslarıyla, kin ve sevgileriyle, birdenbire coşan nefretleriyle, kaynayan sular gibi içten dönen ve derinleşen dolaplarıyla, daima kızdırılmış bir kaplan gibi atılmağa, parçalamağa hazır ocaklarıyla, tekkeleriyle, esnafıyla, o kadar parça parça, dağınık göründüğü halde istediği gün, sokakta, çarşıda, meydanda birdenbire birleşen, acayip ve korkunç bir mahluk gibi halka halka büyüyen, genişleyen, okyanuslar gibi homurdanan, önüne çıkan her şeyi yakıp yıkan, devirip altüst eden, kadını erkeğini tamamlayan halkıyla her türlü canlılığın üstünde canlı şehir."
Sayfa 44 - Dergah Yayınları, 10. baskıKitabı okudu
Reklam
Eğer sizden sokakları süpürmeniz istenirse Michelangelo' nun resim yaptığı, Beethoven' ın beste yaptığı veya Shakespeare' in şiir yazdığı gibi süpürün. O kadar güzel süpürün ki gökteki ve yerdeki herkes durup "Burada dünyanın en iyi çöpçüsü yaşıyormuş." desin.
Sayfa 52 - Martin Luther KingKitabı okudu
'' -Hele bir o gitsin de..(Aldülhamit) -İşte tam onların ağzıyla konuştun. Hele bir o gitsin.. Hele bir sabah olsun.. Biz sanıyoruz ki bütün fenalıklar sadece ondandır. Halbuki değil; fenalık daha derin, daha köklü. Abdülhamit gibi bir ifriti doğuracak kadar büyük. İyice yerleşmiş. Abdülhamit nedir? Senin, benim gibi bir insan. Yalnız bizden biraz başka türlü. Aldülmecit'in oğlu olmayıp benim oğlum olsaydı hiç de fena adam olmazdı. Biraz vehimli, korkak. orta halli bir marangoz. titiz, dikkatli, küçük şeylerin üzerinde durmaktan hoşlanan bir adam. Saraydan çıkar şu adam, öyle orta halli bir eve koy; muhakkak her akşam kalemden gelir gelmez soyunup dökünüp mutfağa girecek, yahut da elinde keser, tahtaboş tamir edecekti. terliklerini takkesini giymiş bir Abdülhamit bey… Rütbesine göre beyefendi, yahut da saadetlü Abdülhamit paşa hazretleri..''
Behçet Bey, her şeye rağmen yaşıyordu ve yaşayacaktı. Ne olursa olsun, hayat güzel bir şeydi. Eski saatler bakılması, iyileştirilmesi lâzım gelen temiz yüzlü, iyi yürekli hastalardı ve kitaplar, iyi ciltlenince, birdenbire gençleşiyor, güzel giyinmiş kadınlara benziyorlardı.
Onun için dünya ikiye ayrılıyordu. Halbuki kitaplar sevginin birleştirici bir şey olduğunu yazıyorlardı. Evet kitaplar ne derse desin, dünya ikiye ayrılıyordu: bir yanda annesi, kardeşi ve ona benzeyenler, bir yanda da bilerek veya bilmeyerek onların ıstırabına sebep olanlar vardı.
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.