Bir oturuşta adını bile bilmediğiniz bir kadının 24 saatine, hatta o 24 saatte de bütün hayat hikayesine şahit olduğunuz bir öykü. Ani kararların, pek çok pişmanlığın, yıkılan umutların ve değişmeyen insanların öyküsü. Aslında kitabın en başında yetişkin, aklı yerinde bir kadının daha yeni tanıştığı biriyle kaçıp gitmesi epeyce anlamsızdı. Ancak Mrs C.'nin yaşadıklarını okuyunca insanların tutkularına ne kadar düşkün, doyumsuz veya iradesiz olabileceği daha çok gün yüzüne çıkıyor diye düşünüyorum. Aynı zamanda hayatının en dip noktasına batmış bir insan, bir bağımlı için değişimin tek bir gecede, sihirli değnekle dokunulmuş gibi gelmeyeceğini, böyle umutlara bağlanmanın da kişiye ancak yıkım ve mutsuzluk getireceğini de anlatıyor Zweig bence bu noktada.
Konu değil de daha çok işleyişle alakalı bir şey de şu, Mrs. C. o gün tanıştığı adamdan bahsederken aynı ifadeleri, aynı hisleri, aynı olayları tekrar tekrar anlatıp duruyor ki ben bunun aslında karakterin o adamdan ne kadar etkilendiği ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Onu anlatırken sanki kitlenip kalıyor, başka bir şey düşünemiyor ve büyülenmiş gibi aynı şeyleri tekrarlıyor. Bu da kitabın bazı yerlerinde okuyucuyu sıkabiliyor ve özellikle 'esrik' kelimesini elli kere görmek beni bir yerde oflattı ama durumun kadının ruh halini çok iyi yansıttığını ve bu şekilde yazılmasının çok yerinde olduğunu düşünüyorum.
Kimi insanlar inatçı düşlemlerinden ömür boyu vazgeçmezler. Kendilerini ilgilendirmeyen , rahatsız etmeyen olayları pek umursamazlar. Bu olaylar gözlerinin önünde gerçekleştiğinde ve onları çok rahatsız ettiğinde ise sonsuz bir tutkuyla heyecanlanırlar.
Zweig bu novellasında bir kadının yaşamını bütünüyle değiştiren yirmi dört saatlik deneyimini anlatırken, insanda içkin saplantıların ve dayanılmaz arzuların sınırlarında gezinir. Özgürce ve tutkuyla içgüdülerinin peşine takılan bir kadının bu kısa ve yoğun hikayesi, kadın kalbinin sırlarına ermiş ustanın kaleminde olağanüstü bir anlatıya dönüşür.