*Doğrusu, yeni bir dünya tarihi fikri daha önce yolu açmasa, ne bir Trallesli Anthemios ne de bir Miletoslu İsidoros, bu yeni anlayışın maddi anlatımı olan yeni bir temel mimari biçimi yaratbilecek hünere sahipti. Böyle bir düşünce Büyük Constantinos’un aklında da vardı: Yeni başkenti için, Batı Roma’nın Hıristiyan bazilikasını benimsemeyip, Hıristiyanlığın dış görünüşüyle birlikte, kendi Hıristiyan tanrısına Roma tarzındaki konutun tabilinumu önüne, atrium testudmatumu daha sonra bütün Grek-Katolik “kiliselere” örnek olacak bir altar kurdu. Daha sonraki kubbeli tapınakların tümünü embriyo olarak barındıran bu en eski ve en basit biçimde, Roma evinin başlıca bileşenlerinin, aula (avlu), prothyra (ana girişin önündeki vestibül), vesitibulum, atrium, alae (kanatlar), ve hatta peristilli arka avlu ve imparatorluk sarayının iç kısımlarına giden faucesler (geçitler) gibi bölümlerin varolduğunu kanıtlamak hiç de zor değildir. Constantinos’un Hıristiyanlığı benimsemesine neden olan imparatorluk düşüncesi böylece mimari yoldan cisimleşmiş ve Hıristos (İsa), dünyevi iktidarın putu olarak yeni evine taşınmış oldu. Dünya tarihi konusunda, dünyanın hiçbir yerinde sebat ve güçle sahip çıkılan hiçbir yeni görüş yokken (günümüz) mimarlarına yaratıcılıklarının hiç de zengin olmadığı suçlamasını getirmek ne kadar büyük bir haksızlık. Önce birkaç yeni düşünce getirin ortaya; biz mimarlar bnların mimarca nasıl dile getirilebileceğini buluruz nasıl olsa. O zamana kadar eskisiyle yetinmek zorundayız.
Sayfa 128
Bizim Hıristiyan kültürümüzde de buna çok benzeyen bir karşıtlık oluştu. Gotik katedral ile en üst anlatımına kavuşan Batının bazilikası, bir Mısır tapınağı değilse nedir? Ekklesia tapınağı yiyip yutmuş, tanrının efendisi olmuştur; Mısır’ın yüksek pilonları bile eksik değil! Şark’tan alınan kubbe, Hıristiyan bir Baal Tapınağı değil de nedir?* Kurtarıcımız, kendini hem batıni hem de ruhani alemlerin biricik efendisi olarak gören bir despotun yeryüzündeki krallığını bedenleştiren temsilcisine dönüşmüş! Bu iki karşıtlığın uzlaşması yeni bir sanat çağının, Hellen sanatından bile daha yüksek bir sanatsal gelişimin başlangıcı olacaktır.
Sayfa 128
Reklam
Gençken yapılmalı
Enerji varken sistemli çalışıldığında verim de o ölçüde artar; başarı da öyle gelir. Daha çabuk öğrenirler. Öğrendiklerini daha tabii ve kolay muhafaza ederler. Daha kolay ve hızlı iş çıkarırlar; bir işle daha fazla zaman geçirebilirler. Spor da yaparlar, müzik ve konferans da dinlerler; kitap da okurlar lisan da çalışırlar, her şeyi bir arada yaparlar ve yapabilirler. Bünye müsaittir çünkü. Yaşlandıkça bünye yıpranır, bu yetenekler de așınır. O yüzden enerji varken o enerjiyle işlemek, iş görmek gerekir.
Biz ET’ler cin gibiyizdir; tarihten ders alırız. Kılıç taşımaz, bizi diğerlerinden ayıran zırh veya giysiler giymeyiz. Ekvador, Nijerya ve Endonezya gibi ülkelerde yerli bir okul öğretmeni ya da dükkân sahibi gibi giyinir, Washington ve Paris’te bir hükümet bürokratı veya bankacı gibi görünürüz. Alçak gönüllü, saygılı ve normal davranırız. Proje mahallerini ziyaret eder, yoksul köyleri dolaşırız. Fedakârlık taslar, yaptığımız harika hayırseverlik işlerinden yerel gazetelere söz ederiz. Hükümet komisyonlarının konferans masalarını, hesap çizelgelerimiz ve finansal tahminlerimiz ile donatıp, Harvard İşletme Okulu’nda makro-ekonominin mucizeleri hakkında ders veririz. Hep kayıt altında ve ortadayızdır. Daha doğrusu, kendimizi öyle gösterir ve öyle kabul görürüz. Sistem öyle çalışır. Gerekirse yasa dışı yollara da başvururuz; çünkü sistemin kendisi hile ve kandırma üzerine kurulmuştur ve sadece tanım olarak yasaldır.
Kendini açma bazılarımıza kolay gelmez. Birçok yetişkin, düşünce ve duygularını ifade edilmesinin teşvik edilmediği, aksine kınandığı evlerde büyümüştür. Bir oyuncak istemek, ailenin acıklı maddi durumu üzerine bir konferans dinlemektir. Çocuk, bir arzu duymaktan dolayı kendisini suçlu hissederek uzaklaşır ve derhal arzularını ifade etmemeyi öğrenir. Kızgınlığını ifade ettiğinde, annesi ve babası sert ve kinayan sözlerle yanıt verir. Eğer çocuğun, babasıyla mağazaya gidemediği için hayal kırıklığını ifade etmesinden dolayı suçlu hissetmesi sağlanırsa, hayal kırıklıklarını içinde tutmayı öğrenir. Yetişkin olduğumuz zaman çoğumuz, duygularımızı reddetmeyi öğreniriz. Artık duygusal yanımızla temas halinde değilizdir.
"Üstadın bir günü mesela dört saatten fazla uyuduğunu bilmiyorum. (...) Yataktan kalkar kalkmaz büyük bir zindelik ve dinamizm içinde kaldığı yerden devam ederdi. Günlük hayatı da çok enteresan çok değişikti. Gun içine kimsenin altından kalkamayacağı ve mahiyet itibariyle de birbiriyle uymayan işleri sigdirirdi. Bir duruşmaya gider, belki mahkum olur, oradan çıkar diğerine gider, savunmasını yapar, giderken, gelirken yolda başmakalesini yazar, başmakalesini yazarken çerçeveyi yazar, yürürken aklına bir iki mısra gelir , hemen onları yazar bir kibrit kutusuna, sonra gelir bir ata biner, bizi alır denize götürür, müzik dinler , bizimle oynar şakalaşır , sonra ne bileyirn konferans varsa konferansına gider. Butun bunları yirmi dört saat içinde yapardı" Kamil Büyüker, Doğumunun 100 yıldönümünde Üstat Necip Fazıl Kısakürek Üzerine, Üstadın Oğlu Büyük Doğu Yayınları Sahibi Mehmet Kısakürek ile Söyleşi, Kitap Postası, S. 4-5, Temmuz Ağustos 2005
Reklam
1.000 öğeden 981 ile 990 arasındakiler gösteriliyor.