Ana akım büyükşehir basınına seküler Kemalistler hâkimdi. Kemalistler gerçekten de laikliğin kendinden menkul bekçileriydiler. Pratikte bu, irticanın millete karşı oluşturduğu tehlikeye dikkat çekmenin kendi görevleri olduğuna inandıkları anlamına geliyordu. Kemalistlere göre, dinî basılı medya tam da böyle bir tehdit oluşturuyordu. Bunun sonucunda, birçok dinî gazetenin ve derginin yayınının durdurulmasıyla sonuçlanacak şekilde, 1952-53 arasında yoğun ve şiddetli bir kamusal tartışma ortaya çıktı (bkz. Yedinci Bölüm). Bununla birlikte, seküler Kemalistlerin iddialarının aksine, bu basılı medya millete bir tehdit oluşturmuyordu: Aşırı görüşlerin hâkim olduğu tek, bütünlük arz eden dinî veya dinî-milli bir hareket yoktu. Nitekim çeşitli dinî yayınların içeriklerinin incelenmesi, bu yayınlarda yazan isimlerin farklı kökenlerden gelen güçlü kişilikler olduğunu göstermektedir. Başka bir deyişle yapıcı bir ortaklığa gitmek isteselerdi bile farklılıkları üstesinden gelinemeyecek kadar fazlaydı. Dinî basılı medyanın ortak yönü daha ziyade laikliğin deneyimlenen adaletsizliklerini gidermek ve İslam'ın halk için hâlâ önem taşıdığının farkına varılmasını sağlamaktı. Bu yayınların yaptığı buydu ve bu suretle 1945'ten sonra bir Müslüman milli kimliğinin müzakeresine eleştirel bir katkıda bulundular. Böyle bir kimlik, halkın ufukta beliren Soğuk Savaş dünyasında önemli bir rol oynamaya yazgılı Türkiye'yi şanlı bir Osmanlı geçmişine sahip Müslüman bir millet olarak benimseme arzusunu ifade eden basılı medyanın sayfalarında fazlasıyla belirgindi.