Türk milletinin oluşumunu deneyimleyen birçok insan için, Müslüman inançlarının ve pratiklerinin önemli bir referans noktası oluşturduğu açıktır. Hatta laikliği ve milletin seküler bir tanımını destekleyenler için bile din, tek başına onu milletin karşısına koysalar bile, denklemin önemli bir bileşeni olmaya devam etmektedir. Dini özdeşleşmenin kendisi inşa edilir ve diğer kimlikleri zorunlu olarak dışlamaz; ayrıca ne durağan ne de sabittir. Din, savunucularının ve aleyhtarlarının düşündüklerinden çok daha akışkandır. Müslüman kimlikler seküler Türk Devrimi tarafından ortadan kaldırılmadılar ama kesinlikle araştırmacıların hâlâ derinlemesine çalışmadığı şekillerde dönüşüme uğratıldılar. Bununla birlikte, ilk olarak, bunların varlığını ve önemini kabul etmek gerekiyor çünkü Türk tarihi yazıcılığında bu güne değin egemen olan seküler Kemalist anlatı, Türkiye'nin karmaşık tarihinin hakkını verememiştir. Türkler tarafından önemli addedilen Müslüman kimlikler irticanın temelini oluşturmak zorunda değildir. Daha ziyade İkinci Dünya Savaşı sonrasına denk düşen 10 yıl, bu dinî kimlikleri dışlamaktan ziyade onlara uyum sağlayan halk arasında milli bir kimliğin müzakeresi için harcanan mesaiye tanıklık etmiştir.
Sayfa 359Kitabı okudu
Ana akım büyükşehir basınına seküler Kemalistler hâkimdi. Kemalistler gerçekten de laikliğin kendinden menkul bekçileriydiler. Pratikte bu, irticanın millete karşı oluşturduğu tehlikeye dikkat çekmenin kendi görevleri olduğuna inandıkları anlamına geliyordu. Kemalistlere göre, dinî basılı medya tam da böyle bir tehdit oluşturuyordu. Bunun sonucunda, birçok dinî gazetenin ve derginin yayınının durdurulmasıyla sonuçlanacak şekilde, 1952-53 arasında yoğun ve şiddetli bir kamusal tartışma ortaya çıktı (bkz. Yedinci Bölüm). Bununla birlikte, seküler Kemalistlerin iddialarının aksine, bu basılı medya millete bir tehdit oluşturmuyordu: Aşırı görüşlerin hâkim olduğu tek, bütünlük arz eden dinî veya dinî-milli bir hareket yoktu. Nitekim çeşitli dinî yayınların içeriklerinin incelenmesi, bu yayınlarda yazan isimlerin farklı kökenlerden gelen güçlü kişilikler olduğunu göstermektedir. Başka bir deyişle yapıcı bir ortaklığa gitmek isteselerdi bile farklılıkları üstesinden gelinemeyecek kadar fazlaydı. Dinî basılı medyanın ortak yönü daha ziyade laikliğin deneyimlenen adaletsizliklerini gidermek ve İslam'ın halk için hâlâ önem taşıdığının farkına varılmasını sağlamaktı. Bu yayınların yaptığı buydu ve bu suretle 1945'ten sonra bir Müslüman milli kimliğinin müzakeresine eleştirel bir katkıda bulundular. Böyle bir kimlik, halkın ufukta beliren Soğuk Savaş dünyasında önemli bir rol oynamaya yazgılı Türkiye'yi şanlı bir Osmanlı geçmişine sahip Müslüman bir millet olarak benimseme arzusunu ifade eden basılı medyanın sayfalarında fazlasıyla belirgindi.
Sayfa 238Kitabı okudu
Reklam
Fakat savaşın sona ermesiyle birlikte ve TBMM'nin ona Islami bir onursal unvan olan gaziliği vermesinden sadece bir yıl sonra, Mustafa Kemal kendisine büyük bir seküler reformcu olarak uluslararası bir ün sağlayan Türk Devrimi'nin seküler yönleri üzerinde durmaya başladı. Gerçekte, laiklik en iyi biçimde cumhuriyetçi Türk bağlamında özgün bir süreç olarak kavranabilir: bu terim, devlet ve dinî kurumlar arasında sert bir ilişki biçimi anlamına gelmez ve kesinlikle İslam'ın resmî bir reddini veya modernitenin gelenek üzerindeki zaferini ima etmez. Türk bağlamında laiklik karmaşık, hiçbir şekilde doğrusal olmayan ve siyasette olduğu kadar toplumda da Müslüman inanç ve pratiklerine ilişkin değişken ilişkisellikler ve idealler kümesidir. Laikliğin devlet ve dinin ayrılmasıyla sonuçlandığını savunan milliyetçi tarih anlatısında yer alan Kemalist iddiaların aksine, laiklik şüphe götürmez bir şekilde Müslüman inanç ve pratiklerinin hem yeni millete sadakati hem de ilerlemeye olan inancı teşvik etmek çabası adına manipülasyonu olduğu kadar İslami kurumların devlet tarafından kontrolüne dayandı. Her şeyden öte laiklik, İslam'ın -hangi biçimiyle olursa olsun- millete tabi kılınması demekti: Eğer İslam toplumda anlamlı bir role sahip olacaksa, Kemalist ideoloji bunun milletle yarış içinde değil, milletin yararına olması gerektiğini varsaydı. Laikliğin bu boyutu, Kemalistlerin bir millet yaratmaya olan adanmışlıklarına nihai bir engel olarak ortaya çıktı.
Biz Müslümanların Batı’yı taklit ederek hürriyet arayışına dalmamız felâketimiz oldu. Hiç tanımadığımız hürriyeti nasıl bulacaktık? Bulduğumuz şeyin hürriyet olduğunu fark edebilecek vasıfta mıyız? İstanbul’un işgali sırasında Türk topraklarında “aydın” sayılan insanların Fransız askerlerinin yollarda La Marseillaise söyleyerek yürümeleri karşısında hayrete kapılmaları dikkate değerdir. Bilmemiz gereken gerçek Müslüman toplumun insan hayatında güvenliğe öncelik tanıyarak sıhhati aradığıdır. Batı hâlâ hürriyetine kıskançlıkla bağlıdır. Batı’yı bir bahçe olarak bilen ve isteyene bahçıvan göndermeğe hazır olan Batılı giderek güvenliğini de hür oluşa bağlamış durumdadır. Batı’nın bize esaret üreten hayaletinden ancak İslâm hegemonyası ihdas ederek kurtulacağız. Bu da ancak üzerinde kalmış birkaç meteliği tasadduk ederek meskenine tertemiz giren Peygamberin ümmeti olduğumuzu hatırladığımız zaman vuku bulacaktır. İsmet Özel, 28 Zilkade 1445 (5 Haziran 2024)
🎯 TÜRK GÖRÜNÜMLÜ VE ALTERNATİF IRKÇI MİLLİYETÇİLİK ANLAYIŞININ YAPTIKLARI VE İBRETLİK TARİHİ 🎯 1950 çok partili siyaset sonrası en büyük tehdit Türk görünümlü milliyetçilik tehdidiydi. 1960 askeri darbesi bunun önünü açtı. 27 Mayıs darbesinin ardından yapılan Anayasa en demokratik anayasa söylemi bu ırkçı milliyetçilik tehdidini gizlemek amaçlı
DÜNYANIN EN AHLAKLI DEVLET YÖNETME ANLAYIŞI TÜRK TÖRESİDİR Ulusun birliğini han, hanı töre, töre ulus yararına hanı yönetenleri bağlar. Töreyi çiğneyen hanın kellesi alınırdı. Türklerde hukuk töredir. Cumhuriyet devrimleri törenin bir asır önce ki çağa uygun halidir. Gününüz ile karşılaştırma yaparak Türk töresini anlatmak istiyorum ki ona
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.