"Ayrılık ne biliyor musun? Ne araya yolların girmesi, ne kapanan kapılar, ne yıldız kayması gecede, ne güz, ne ceplerde tren tarifesi, ne de turna katarı gökte... İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık. İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini, birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine. Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken duvarlara dalıp dalıp gitmesi. Türküsünü söyleyecek kimsesi kalmamak ayrılık. Ödünç sesle konuşan bir kalabalık içinde kendi sesiyle silinmek. Birdenbire büyümesi, gülüşü artık yaprak kıpırdatmayan bir çocuğun. İnsanın yaşlandıkça kendi kuyusuna düşmesi. Bir kadının yatağına uzanan kül bağlamış bir gövde. Saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin. Parmaklarını sözüne pınar edememek. Uzaklarda bir adamın üşümesi, bir kadın dağlara daldıkça. Işıklı vitrinlere bakmadan geçmek çarşılardan. Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun. Evlerle sokaklar arasında bir ayrım kalmaması... Ayrılık o küçük ölüm, usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan."
BİR YİĞİTLİK ANI -STEFAN ZWEİG Dostoyevski, Petersburg, Semenowsk Alanı 22 Aralık 1849 Gece yarısı uykusundan uyandırıp sürüklediler onu, Kılıç şakırtıları duyulur hapishanenin avlusunda Ve buyurgan sesler; bu bilinmezlikte Titreşir korkutucu gölgeler birer hayalet gibi. İleriye doğru itiyorlar onu ve derin bir dehlizden
Reklam
Bir Gülüşün Kimliği
Kendi kendimi gülerken yakalayınca çekindim. Gülücüğümü söndürdüm hemen. Hani, içimizden bir türlü söküp atamadığımız "El ne der?" korkusu işte. Kendi kendine gülene deli demiyorlar mı, deli oluyorum! Gözlerinden pembe buğular saçarak, otuziki dişini gökyüzünün maviliğine batıra batıra gülemeyen binlerce, milyonlarca insanın onca gülüşü nereye gizlediklerini düşündüm o an. Bu insanların, dedim, ya gülüş pınarları kurutuldu bir bir, ya da gülüşlerini bir yerlerde gizliyorlar. Sanırım erkekler, göğüs ceplerinde, kadınlar da çekmecelerinde. Diyorum ki, göğüs ceplerini ters çevirirsen, çekmeceleri açı-açıverirsen gökyüzüne kanatlanan gülüşler ortalığı nasıl da cıvıltıya boğar kim bilir?
Sayfa 10 - Everest YayınlarıKitabı okudu
Unutma o senin öğrencin, kölen değil. Yaşamla dolu dolu, cıvıl cıvıl bir insan; gözlerinde pırıltılar var. Ağlayışı da, gülüşü de içten. Senin onun duygusal zenginliğini, cıvıltısını, yaşama coşkusunu karartmana izin vermeyeceğim. Bu büyük bir haksızlık olur. Biraz hoşgörülü olmayı öğren; hoşgörülü olmak seni daha olgun ve sevecen yapar.
İnsan cehennemini özler mi ... Daha doğrusu insan cehenemi olan bir yerde mutlu olur mu .. Yani herkes cehennemin orası derken bile bir çınar ağacı gibi kökünü o cehennemin toprağına kök sarar mı İnsan bir gülüşü köle olur mu .. İnsan sırf celladı mutlu olsun diye mutsuzlukla evlenir mi....
Ayrılık
"Vebanın başında, yitirdikleri varlığı gayet iyi anımsıyorlar ve üzüntü duyuyorlardı. Ancak, sevilen kişinin yüzü, gülüşü, sonradan mutlu olduklarını anladıkları herhangi bir günü kesin bir şekilde anımsasalar bile, tam bunları düşündükleri anda ve bundan böyle, iyice uzak yerlerde o kişinin ne yapıyor olabileceğini çok zor hayal ediyorlardı. Sonuçta, o sırada bellekleri yerinde duruyor ama hayal güçleri yetersiz kalıyordu.Vebanın ikinci döneminde belleklerini de yitirdiler. O yüzü unuttuklarından değil, onun tenini yitirmişlerdi, onu artık içlerinde hissetmiyorlardı, bu da unutmak anlamına geliyordu. Ve ilk haftalarda, aşklarıyla ilgili ellerinde gölgelerden başka bir şey kalmamasından yakınmaya eğimliyken, sonradan, anılarda kalmış en ince renk bile kaybolunca bu gölgelerin daha da uçucu olabileceğini fark ettiler.Tüm bu ayrılık döneminde bir zamanlar kendilerine ait olan bu yakınlığı artık hayal edemiyorlar, her an elinin altında olabilen bir varlığın hemen yanı başlarında bir zamanlar nasıl yaşayabildiğini düşünemiyorlardı artık." bu açıdan bakıldığında onlar da Vebanın düzenine ayak uydurmuşlardı.
Sayfa 181Kitabı okudu
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.