Reklam
OLSAN DA BİR OLMASAN DA
Artık görünmüyor mevsimde hüzün Bulutlar bir garip rüyaya dalmış Ufukta güneşi ağlatan yüzün Bir mülteci gibi tenhada kalmış Toprak yandı gülüm ,çeşmeler zehir Şimdi bilsen de bir, bilmesen de bir ... Kaç kere çağırdım seni öteden Turnalar uçurdum gittiğin yere Bin parça eyledin kalbimi neden Ruhum bir başına düştü göklere Bana
Nurullah Genç Yağmur
Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat En müstesna doğuşa hamiledir kainat. Yıllardır bozbulanık suları yudumladım, Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları, Yağmur, seni bekleyen
Sayfa 1
Reklam
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım Dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım Sana sırılsıklam bir bakiş da ben olsaydım Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım Senin için görülen bir düş de ben olsaydım Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım
OLSAN DA BİR OLMASAN DA
Artık görünmüyor mevsimde hüzün Bulutlar bir garip rüyaya dalmış Ufukta güneşi ağlatan yüzün Bir mülteci gibi tenhâda kalmış Toprak yandı gülüm; çeşmeler zehir Şimdi bilsen de bir, bilmesen de bir. Kaç kere çağırdım seni öteden Turnalar uçurdum gittiğin yere Bin parça eyledin kalbimi neden Ruhum bir başına düştü göklere Bana tebessümle bakıyor
İbret almalı!
Ey gönülden bakan ziyaretçi! İman ile bak. Her mezar taşı bir ibret tablosu, bir nasihat sayfasıdır. Birer hüzün verici heykel denilen bu taşların altında, dünyayı muhteşem ışıltısıyla aydınlatan nice bilgeler, nice edipler yatmaktadır. Bugün bunların vücudu parça parça toprak kesilmiş, dünya sahasında eserlerinden, anılan iyiliklerinden başka bir alamet kalmamıştır.
... “ Hüdâyi'nin sözü bitmişti ki ezan sesi işitildi. Ayağa kalktı hemen Hüdâyî, kıbleye doğru çevirdi yönünü. Ezan bitene kadar öylece bekledi. Neden sonra ezan bitince yerine otururken hemen oturduğu sedirin yanında bir bez parçasını aldı yanına. Dizlerinin üzerinde açtı o bezi. İçinden bir parça kuru ekmek çıkardı. İftarını edecekti ve iftarlığı bu kadarcıktı. İsmail şaştı bu hâle. Hocasının iftar edeceği bir kuru ekmek miydi? Gönlüne hüzün çöktü, ağlamaklı oldu. Ne diyeceğini bilmedi. Bu nasıl olurdu? Koskoca Mahmud Hüdâyî bir kuru ekmeğe muhtaç mıydı? Gidip bir şeyler getirmek düştü gönlüne. Diline de düşecekti gönlündeki. Tam söyleyecekti ki Hüdayi daha söylemeden durdurdu onu. "Sakın evladım" dedi "Sakın söyleme aklından geçeni. Zira o ses nefsinin sesidir. Ben bir kuru ekmekle doymayı öğrenmek için kırk sene çile çektim. Kırk senede bir adım olsa da yaklaştım Rabbime. Şimdi bir lokma için o adımımı geri çekecek değilim." İsmail hayrete düştü. Gencecik gönlü dayanamıyordu hocasının bu kuru ekmekle iftar etmesine. Dilini tutamadı, gözündeki yaşı tutamadığı gibi. "Efendim" dedi "Sultanlar kapınızda eğleşirler, sizi kendilerine şeyh bilirler. Dileseniz önünüze altınlar, gümüşler dökerler. Ayaklarınızın altına hazineler sererler. Lakin neden almazsınız da bunca eza cefaya bir kuru ekmekle iftar etmeye dahi katlanırsınız?" "Ey evlat" dedi Hüdâyî "Ben de bilirim dediklerini. Lakin o ayaklarımın altındaki hazineleri almak için eğilmek gerekir. Ben bir dünyalık için eğmem başımı, Allah'tan gayrı kimsenin önünde eğilmez bu baş.”
660 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.