Bir Pırıltı Binbir Işık
Hazreti Ömer, Medine'ye bir kaç mil mesafede bir yere gidiyor. Uzaklarda, hüngür hüngür ağlayan üç çocukla çevrili bir kadın görüyor. Kadın, bir tencereyi karıştırmakta, bir şeyler pişirmektedir. İnsanlar hakkındaki "Büyük" tabirinden çok daha büyük Hazreti Ömer, kadına çocukların niçin ağladığını soruyor. Çünkü anaları, onlara iki günden beri yemek verememiştir; çaresi kalmayınca da tencereye su koyarak un kaynatıyormuş gibi taklit yapmaktan ve böylece çocukları oyalamaktan gayri elinden birşey gelmez olmuştur. Hazreti Ömer, hemen Medine'ye gidiyor; taşıyabileceği kadar un, yağ, hurma alarak bunları sırtına vuruyor ve aynı yere dönüyor. Halifeyi arkasından takip eden kölesi yalvarıyor: - Müsaade et de ben taşıyayım. - Hayır! Kıyamet günü benim yüküme ortak olacak değilsin!.. Hazreti Ömer, kadının yanına geliyor. Gıdaları teslim ediyor. Kadının neş'e ve saadetten uçuşunu mahzun gözlerle seyrediyor. Ateşin yakılmasını bizzat üzerine alıyor. Yemek bittikten ve çocuklar, artık gözleri kuru, oynamaya başladıktan sonra, anaları ellerini açıp da gönlünün içinden şu çığlığı koparıyor: - Allah sana mükâfatını versin! Ömer'in oturduğu makama sen lâyıksın, o değil!... Ve Hazreti Ömer, Ömer'in kendisi olduğunu söylemeden, inci gibi gözyaşlariyle süslü gözler ve gözlerinde gölge gölge düşüncelerle Medine'ye dönüyor.
Sayfa 114 - Büyük Doğu YayınlarıKitabı okudu