kitapla ilgili en en en büyük eleştirim şu olacak: aslında bu eleştiri kitabın edebi yanıyla değil yapıkredi yayınlarına, abi yazıları küçültüp neden 2 sayfalık metni tek sayfaya sığdırdınız. özellikle dışarı da kitap okumayı seven ben için bu bir işkenceydi. yazarın dilinin ne kadar ağır olduğunu düşünürsek bu da işkencenin üzerine tuzu biberi
sanki çok derin bir uykuya gömülmüştüm ve böyle bir rüya görebilmek için de gerçekten derin bir uykuya dalmış olmak gerekirdi ve o uykunun sessizliği, benim için ebedi bir hayatın işareti gibiydi, çünkü ezelde ve ebediyette konuşma yoktur.
Kadın koyu kestane renkli gözleriyle ona gülümsedi. Sabri bir lahza bir pınarda yıkandığını sandı. Bütün varlığı, bu kapanık havada tıpkı bahçenin son gülleri gibi, her türlü gerçek fikrini reddediyor gibiydi. Bir insandan ziyade bu bahçenin bir köşesinde bu güzel yaz gecesinden kalmış bir rüya olabilirdi.
“Sanki çok derin bir uykuya gömülmüştüm ve böyle bir rüya görebilmek için de gerçekten derin bir uykuya dalmış olmak gerekirdi ve uykunun sessizliği, benim için ebedi bir hayatın işareti gibiydi, çünkü ezelde ve ebediyette konuşma yoktur.”
İnsanların ruhları yaşam hâlinde oldukları sürece boyunlarındaki idam ipiyle dolaşıyorsa, o zaman insanın rüya hâli, kendi başındaki ipin ucunu yüksek bir yerlere geçirme çabasından başka bir şey değildi. Pek bahsi geçmeyen anıların soğuk, tozlu odalara terk edilmesinin bir sebebi vardı ve rüyalar da ellerindeki anahtarlarla sürekli o odalara girme eğilimindeydi. Her gece o sandalyeye çıkıp ipi boynuna geçirmek gibiydi. Ayağımızın ne zaman kayacağını, hangi gecenin sabahı olmayacağını yada hangi sabah uyanmayacağını asla bilemezdiniz.
𝑀𝑜𝑟𝑔 𝑖𝑙𝑒 𝑦𝑎𝑡𝑎𝑘 𝑎𝑟𝑎𝑠𝚤𝑛𝑑𝑎𝑘𝑖 𝑓𝑎𝑟𝑘; 𝑡𝑖𝑘 𝑡𝑎𝑘, 𝑡𝑖𝑘 𝑡𝑎𝑘...