Şehrim kalabalıklaştı. Gökyüzümdeki yıldızlar şehrin ışıklarından görünemez oldu. Tek bir afet o muazzam yıldızları görmemi sağlayacaksa bir deprem, bir kıvılcım beklemek çok mu küstahca? Balkona rengarenk çiçekler ekecek,suluboya resimleriyle saatlerimi geçirecek kadar hayat doluyken nasıl birdenbire gecelerce uykusuz kalıp tek bir noktada
464 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 29 hours
Madam Giyotin
Charles Dickens’ın “İki Şehrin Hikayesi” romanı, Fransız İhtilali’nin kaosunu ve insan doğasının karmaşıklığını anlatan etkileyici bir eserdir. Roman, 1859 yılında yayımlanmış ve tarihsel kurgu ile klasik edebiyatın en önemli örneklerinden biri olarak kabul edilir. Eser, Londra ve Paris olmak üzere iki farklı şehrin arka planında gelişen bir dizi
İki Şehrin Hikâyesi
İki Şehrin HikâyesiCharles Dickens · Can Yayınları · 202358.8k okunma
Reklam
Nasıl bir yol arkadaşı olacağını henüz ne o biliyor ne de ben. Ama Yasemen bu şehrin, dahası Doğu'nun ruhu ve ona baktıkça anlıyorum ki Doğu ancak doğudadır. Orada her ayna seni gösterir. Giyimler, şiveler, davranışlar, sosyal konumlar, çiçekler, ağaçlar değişse de bütünüyle doğuda başlangıçtan beri kesintisiz gelen, değişmeyen bir şey var. Doğu bütün ırmakların ortak ana kaynağıdır. Gülün yurdu doğudadır.
·
Not rated
Heinric Böll
‘Köln’de yaşıyorum. Ren nehrinin, orta kesimlerindeki yumuşaklığından bıkıp genişlediği, uçsuz bucaksız düzlüklere ve Kuzey Denizi’nin sislerine doğru aktığı; dünyevi erkin asla çok ciddiye almadığı, ruhani erkin ise, Almanya’da genel olarak inanıldığının tersine, daha az ciddiye alındığı; Hitler’in kafasına çiçek saksılarının fırlatıldığı ve
Palyaço
PalyaçoHeinrich Böll · Can Yayınları · 20191,512 okunma
altı kasım üstü faşizm
Bir gün memleketin birinde adamın biri çıkıp diyecek ki: Fi­zikte direnç birimi ohm ise de sosyal mücadelede direnç birimi oha!'dır. Yaşanılanlar karşısında oha! demek, düşünüldüğü kadar değil, yaşanıldığı kadar zordur! Joging yapan burjuva temsilcileri ile Cop'ing yapan laylaylom'lar arasında 68 ruhu paris haykırır ki: Öğrenci, şehrin prensidir! Prens olmak, prens kalmak, küçük prens duyarlılığını yitirmemek makbuldür. Çokoprenslerin topu ve copu, dişlere, düşlere zararlıdır.
Sayfa 24
Hikayeye göre adam kadını çok seviyor,sevdikçe ruhu büyüyor, ruh eve sığmıyor, sabahları kadından önce uyanıp evden tüyerek,şehrin uzak bir köşesine gidiyor, elleri kıçında oraya buraya takılıyor, birileri ile tuhaf muhabbetlere giriyor ve her akşam kadından önce eve dönüp ,günün hikayesini yazıp,görülebilecek bir yere iliştirip, yine arazi olup, ta ki gece yarısı, uyumakta olan kadının yanına sokulup, birbirlerini bir güzel sevip ve adam, sabahın kör vakitlerinde, yine sevişmelerle bitecek bir gece için erkenden sokaklara süzülüp…
Sayfa 18 - İletişimKitabı okudu
Reklam
Ah şu kalbimde paslı hançerin olmayaydı..
Aldığım hiç bir nefes bu kadar canımı yakmazdı.. Peygamber sabırlıdır başka bir adım.. Bir başka adım da yaşamaktır benim.. Üzülmek hakkımdı tastamam.. Bir şehrin en işlek caddeleri kadar da yalnız.. Hani hiç sevmeseydin ya.. Haram kılmış âlemlerin Rabbi beni sana deseydin ya.. Ölseydim bu kadar pişmanlık duymazdım yaşadıklarımdan.. Tiyatro güzeldi.. Ruhu paramparça edilmiş bir adam.. Zavallı bir adam.. Bu halde takdim edenlerin ve sunanların eseriydim.. Herşeyi tarumar edilmiş günahkâr ve çokça cezalandırılmış bir ibretlik insan.. Düşünüyorum da kötü bir halde takdim edilmeme rağmen sevmiştin beni.. Hayatımda ilk defa umutlanmıştım yaşamak için.. İlk defa hayat bulmuştum nefesinde.. O kadar güzel seviyordun ki beni.. Dirhem dirhem eriyordu kalbim kar tanesi misali avuçlarında.. Sonra hakkında kötü şeyler duymaya başladın.. Hepsini narsist şeytanlar yapıyordu bütün bunların.. Derken korktun ve uzaklaştın.. Yazık ki kaçtın sadece.. Hiç dinlemedin.. Bir veda bir vefa borcun var bana.. Bir helallik.. Bir dua bir dilek borcun var bana sevgili.. Ne kendinden ne de Allah'ın adaletinden kaçamazsın..
Dünyayı hiç böyle hayal etmemiştik biz! İyiydik, yoksul değildik bu kadar değildik hiç; adam çoktu, zaman çoktu, hayal çok daha çoktuk dünyanın az olduğu zamanlar yeni bir hayal çıkıncaya kadar şehirde yine aynı gözlerle dolup taşardı sinemalar filme gitmezdik ki biz bir hayal seyrederdik! Uçaklar üstümüzden uçuyordu, o kadar Vapurlar dalgacı, trenler kederli oluyordu, hiç kanatlanmazdık ki biz ulaşmak için Ayrılanlar filmin sonunda nasılsa kavuşuyordu! Ulaşmak kolay şimdi kavuşmaksa zor dünya yollara düşmüş herkes gidiyor Nereye? Bir hayal arasa bile vermeden bir filmden diğerine koşturur gibi böyle? Bir şehre gitmezdik ki biz bir hayale giderdik! Gözlerim dolup taşıyorsa yeniden, ne filmin sonu acıklı ne de geri dönüyor şehirlerini ruhu, gözlerinde bir şehrin çocukluğunu gördüm ben, adam gibi biri kadının hayalini paylaşıyordu.
Sayfa 32 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okudu
EFELYA'dan... "Ferhat'ın on yıl önce yerleştiği ve dört coğrafi bölgenin kesiştiği şirin bir Anadolu kenti olan Eskişehir'de, o zamanlar geceler oldukça sessiz, yıldızlar elle tutulacak kadar yakın, düşlerde kaybolacak kadar yoğundu.Hele de bahar gelip ıhlamurlar çiçek açınca bir başka ferahlık, bir başka yaşama sevinci kuşanırdı insan bu coğrafyada.Şehri ortadan ikiye bir kılıç darbesi gibi bölen Porsuk Çayı ta Kütahya yakınlarından doğar, ağır ağır ve insanda hiç akmıyormuş hissi uyandırarak yaralı bir yılan gibi sürüne sürüne Eskişehir'e ulaşır, ilkyazla birlikte biraz olsun o miskinliğinden sıyrılır; karlar eriyip sele dönüşünce de coşkuyla menderesler çize çize ve allı pullu balıkları, fıstık yeşili kurbağaları önüne katıp kıyısında aşina yüzler gibi vakur, gümüş yapraklı nazlı sultan söğütlerleriyle öpüşerek yoluna devam eder, neden sonra Sakarya Nehri'ne karışınca da öfkesinin yerini anne kucağında susan bir çocuk dinginliği alırdı. O zamanların Eskişehir'inde bugünkü kalabalıktan eser yoktu.Şehrin güneyindeki yamaçlarda Osmanlıdan kalma Odunpazarı bölgesinde, semte o mistik ruhu veren bodur minareli tarihi camiler, hiçbirinin diğerinin manzarasını kapatmayan, zevkli cumbaları ve kırmızı kiremitli çatılarıyla daracık sokaklar boyunca adeta zamana direnmek için birbirine yaslanan kâğir ve kerpiç evler, yüz yıllık fırınlar, iki üç kuşağın birbirlerine güvenle tavsiye ettiği kasap dükkânları, her köşe başında ya da meydanda susuz yolcuları şırıl şırıl selamlayan sebil çeşmeler vardı..." EFELYA S.17
Şehir dışında kişi, yalnızca doğanın ince işlerini görüyor ve şehrin kalabalığında varlığını sürdürmeye çalışan insanların mücadelesinden dolayı ruhu kedere gömülmüyor. Fakirlerin yaşadığı kirli ve dar sokaklarda dolaştığımda güzel ve büyük evlerde yaşayan insanların bunu hiç düşünmeden ne kadar mutlu olduklarını düşünmek beni isyana sürüklüyor. Güneşsiz sokaklarda, yarı giyinik ve aç dolaşan çocuklar uzattığınız elden tokat atacakmışsınız gibi kaçarlar. Zavallı küçük yaratıklar, onlar benim kalbimde büzülüp kalırlar ve beni hiç dinmeyen bir acı içinde bırakırlar. İnsanlıktan çıkmış, büzülüp kalmış kadın ve erkeklerin nasırlaşmış ellerini tutarak onların yaşam mücadelelerinde ne kadar acı çektiklerini anlıyorum. Güneşin ve havanın tanrının, tüm insanlığa hediyesi olduğu düşünülür ama gerçekte öyle midir? Şehrin varoşlarında güneş ışıldamaz ve hava kirlidir. İnsan nasıl kardeşinin yoksulluğunu unutur ve önüne gelen ekmeği yiyebilir. Ah, keşke insanlar şehrin şaşaasını ve kalabalığını bıraksa ve doğaya dönüp basit ve dürüst hayatını yaşasaydı! O zaman çocukları ağaçlar gibi asil ve düşünceleri çiçekler gibi tatlı ve güzel olur muydu dersiniz? Şehir dışında bir yıl çalıştıktan sonra şehre dönünce bunları hayal etmemek olanaksız.
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.