... kim bilir kaç yıllık akasyaların, çöp kutularının, ufak tefek şirin evlerin, gizliden gizliye dönen şeylerin eşliğinde bu sessiz sokaklarda neler olup bittiğini söyleyelim: çok ciddi; ancak bütün ayrıntılarıyla açıklamak istemediğimiz bir şey, çünkü her şey ortadayken aptalca konuşmaya, ya da nutuk çekmeye gerek yok, değil mi? Böyle yapmak yerine, içimizdeki konuşkan kişiyi daha derin düşünmeye, daha sağduyulu, daha epik olmaya davet edelim; çünkü ancak bu şekilde Francisco Sanctis'i gerçekten görebilir, Francisco Sanctis'i tanıyabilir, uzun süren, karmakarışık gecesini anlayabilir, insanlık adına nasıl bir zafer kazandığını anlayabiliriz: Yorgunluğuna, kimsenin inkar edemeyeceği korkularına, teriemiş koltuk altları ve ayaklarına, yoluna devam etmedeki kararlılığına, adam gibi davranmasına, dine önem verişine, randevusuna gidişine, kendini yeniden doğmuş gibi hissedişine, "dürüst aziz" anlamına gelen Francisco Sanctis adının ona ne kadar yakıştığına bakalım. Ve o bütün bunları yaşarken, uyumakta olan koca şehrin ruhu bile duymuyor.
Leylek de bebekleri oradan getiriyor. — Masallarda her insan için bir ilksel imge vardır, yeterince aranırsa bulunur. Şu dilber, tıpkı Pamuk Prenses'teki Kraliçe gibi, en güzel ben miyim diye soruyordur aynaya.Ömründe bir an bile huysuzluk ve titizlenmekten vazgeçemeyen cadaloz, boyuna "o kadar tokum ki, tek yaprak istemem, mee, mee" diye meleyen keçinin burnundan düşmüş gibidir. Gailelerden beli bükülmüş ama yine de neşesi kaçmamış şu yaşlı adam, ormanda odun toplarken tyi Prens’e raslayıp da tanıyamayan ama ona yardım ettiği için cömertçe ödüllendirilen ihtiyar kadını anımsatır. Bir başkası da talihini aramak için delikanlılık çağında evinden ayrılmış, pek çok devin sırtını yere getirmiş, ama sonunda New York'ta belasını bulmuştur. Bir genç kız tıpkı Kırmızı Şapkalı Kız gibi büyükannesine bir parça kek ve bir şişe şarap getirmek için şehrin beton ormanına dalar, bir öteki de aynı yıldızlı gümüş paralan olan kızın masumluğuyla soyunup erkeklerin yatağına girer. Aynı zamanda güçlü hayvan ruhu da taşıdığını sezen zeki bir adam, arkadaşlanyla birlikte onu da bekleyen kötü kaderden kaçmak ister, Bremen müzik topluluğunu kurar, onları haramilerin mağarasına götürür, orada kurnazlığıyla sahtekârların üstesinden gelir ama tam o noktada eve dönme isteğine yenilir. Kurbağa Kral, iflah olmaz bir züppe, özlem dolu gözlerini Prenses'e dikmiş, kendisini kurtaracağı günü boşuna bekliyor.
Reklam
Hikâyeye göre adam, kadını çok seviyor, sevdikçe ruhu büyüyor, ruh eve sığmıyor, sabahları kadından önce uyanıp evden tüyerek, şehrin uzak bir köşesine gidiyor, elleri kıçında oraya buraya takılıyor, birileri ile tuhaf muhabbetlere giriyor ve her akşam kadından önce eve dönüp, günün hikâyesini yazıp, görülebilecek bir yere iliştirip, yine arazi olup, ta ki gece yarısı, uyumakta olan kadının yanına sokulup, birbirlerini bir güzel sevip ve adam, sabahın kör vakitlerinde, yine sevişmelerle bitecek bir gece için erkenden sokaklara süzülüp...Hikâye, Arap’ın yalellisi gibi uzarken, bir yerlerde “çıt” ediyordu.
Hikâyeye göre adam, kadını çok seviyor, sevdikçe ruhu büyüyor, ruh eve sığmıyor, sabahları kadından önce uyanıp evden tüyerek, şehrin uzak bir köşesine gidiyor, elleri kıçında oraya buraya takılıyor, birileri ile tuhaf muhabbetlere giriyor ve her akşam kadından önce eve dönüp, günün hikayesini yazıp, görülebilecek bir yere iliştirip, yine arazi olup, ta ki gece yarısı, uyumakta olan kadının yanına sokulup, birbirlerini bir güzel sevip ve adam, sabahın kör vakitlerinde, yine sevişmelerle bitecek bir gece için erkenden sokaklara süzülüp…
Sayfa 18 - İletişim Yayınları ~ İkiKitabı okudu
Geri199
1,000 öğeden 991 ile 1,000 arasındakiler gösteriliyor.