Artık 9 mayıs geldi ve geçti,
yaralarımızı kapatma vakti geldi.
Son kez bunu söyliyorum,
seni çok seviyorum.
Biliyorum affetmiceksin beni,
nolursun son kez sarsam seni,
tüm düşüncelerim kayıp gitti,
biliyorum artık bitti.
Zaman su gibi aktı,
bütün acılar canımı yaktı,
sana bundan bahsetmeliyim,
artık ben sensiz bir gemideyim.
Vedalar canımızı yakar,
kalbimizin oradan kan akar,
gözlerimiz birbirine bakar,
İşte bu kadar.
09/05/23
su
[geçen sene bu zamanlar yazmış olduğum şiir :) şarkıyı dinlerken, karaladım bir kaç satır. İnşaAllah beyenirsiniz 🌷]
youtu.be/T2TvI6dj9q0?si=...
O Başlattı ~ Sian Gilbert
.
Son zamanlarda okuduğum en iyi gerilimlerden biriydi diyerek başlayabilirim sanırım. Dört yakın arkadaş düşünün. Aynı okula gitmiş ve gençlik zamanlarını beraber geçirmiş yıllar araya girince uzaklaşmış olsalar da sırları, geçmişleri ve yaptıkları onları bir arada tutmuş dört genç kadın. Annabel, Tanya, Chole ve
Çok düşündüm. Duvar yükselirken, pencere dibine bir Borges, kapı yanına bir Vallejo, onun üstüne Kafka ve yanına Kant ile Hemingway’in Silahlara Veda'sının ciltli bir baskısı; her zaman hacimli kitaplar yazan Cortázar ve Vargas Llosa, Valle-Inclán ile Aristoteles. Camus ile Morosoli ve çimento harcıyla Marlow’a ölümcül bir şekilde bağlanmış olan Shakespeare yerleştirilirken oralarda yürüyor olmalıydı; hepsi bir duvarı yükseltmeye, bir gölge yaratmaya yazgılıydı. ‘Sıcak olacak, ha? Değil mi?’ diye bağırırdı duvarcı, onu neşelendirmek, sanki o harem içine kendisi de düşmüş gibi şüphesiz sertleşmiş olan yüzündeki keskin kederi dağıtmak için. Çünkü yüzüne artık kimsenin kapağını açmayacağı, arzuyla bakmayacağı ve hayran bakışların karşısında, ‘Doğrusu hepsini okumadım. Yıllardır bana eşlik ediyorlar. Bakın, burada bayılacağınızı düşündüğüm bir şey var,’ diyemeyeceği kitapların yalnızlığı istiflenmiş olacaktı.
Fakat, ‘Hâlâ benim arkadaşım onlar. Kışın üzerimi Örtüyor, yazın gölge yaratıyorlar. Beni rüzgârlardan koruyorlar. Kitaplar benim evim,’ diyebilirdi. Her ne kadar sonuç tatsız da olsa ve kitaplarla kurulan böylesi narin bir ilişki onu uzak ve izbe bir kumsala sürüklese bile kimse karşı çıkamazdı bu cümleye.
Bir hafta içinde duvarcı, Carlos Brauer’in eserini kireçle kaplayıp şekil vererek sayfa sayfa, cilt cilt, baskı baskı ördü evin duvarlarını Rocha’nın kumları üzerine. Başka bir eserin içinde yok olan bir eserdi bu. Sadece hapsolan değil, çimento ile yok edilen...
Sona Doğru
10 Aralık 1975 Çarşamba, Ankara. Sabahın sekizi. Küçük Esat'ta Refet Körüklü Bey'in evinin önünde bir araba bekliyor. Arabanın aynası arızalı. Muzaffer Eriş, vidayı sıkıştırıp aynayı onarmaya çalışıyor. Ayna birden fırlıyor, düşüyor ve paramparça oluyor. Ayna kırılmıştır. Bu bir felaket habercisidir. Aynı saatlerde İstanbul.
Herkes arkadasında bir şey bırakır bir gün.
Bir işaret, bir söz, bir bakış...
Ben sana keder , sana veda, sana tutulması zor bir yas bıraktım; üzgünüm.
Kitaplar tarafından kapana kıstırılmış hissediyordu. Böylesi bir kütüphane nasıl taşınırdı ki? Bu veda nasıl engellenebilirdi? Onlara hayatım adamıştı. Onun sanat eseriydi bu kütüphane.
Kendimi anlatmak bugünlerde
yarın gibi, hep beklediğim ama
bir türlü gelmek nedir bilmeyen.
İçimden, ne biçim dert, o baht el eder.
Olmasa da olur, olmadı da selametle.
Hiçbir şeyim yok, hani sabah nerede.
Vah edemem, bir parça boş verdim
kabahat bende, inanmak hoş gerçi.
Güvendikçe çıkması zor, bir dahalar
yersiz, düşünceler
Ey insanlar! " Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.
"Ashabım! Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise bu aylarınız nasıl mukaddes ay ise bu şehriniz (Mekke) nasıl bir mübarek şehir ise canlarınız, mallarınız, namuslarınızda öyle mukaddestir, her türlü tecavüzden
"Bir sokak hep aynı sokaktı
Gece hep aynı gece
Aynı yıldızlarıyla
Sabah nasıl da umursamazdı
Nasıl da dopdolu kendisiyle
Nasıl da sadece kendisi
Biz ona konuk gibi bir şeydik
Gençliğimiz son hızla