BİR DERİN OKUMA DENEMESİ
Georges Perec’in Kayboluş’undan söz edilmişti. Hiç E harfi kullanmamış diye. Niyeyse aklıma geldi. Ardında Bilge Karasu varmış meğer. Perec bulanıklaşınca anladım. Kılavuz. Asıl oymuş aklımda. Zaten ne olacaktı ki ya Gece ya Kılavuz.
Bilge Karasu da hiçbir eserinde VE bağlacını kullanmamış ya, Perec işte onu
1K'nın değerli kitapsever üyeleri;
Öncelikle bulunmaktan büyük bir keyif duyduğum bu platformda ilk incelememi yapacak olmanın heyecanını yaşadığımı belirtmeliyim. Zira bunu gerçek manada etkili ve ustaca yapan birçok okuyucu var. Onların keyifle okuduğum ve insanı kitapların dünyasına çeken incelemelerinin yanında benimkisi bir inceleme
NigRa tahrikli Aziz Nesin etkinliği için ismimi yazdırdığımda, bu kadar yoğun olacağımı düşünmemiştim açıkçası. Dört Dostoyevski kitabı bekliyor hala. Delikanlı'yı okuyabilirsem umarım yetiştireceğim onu etkinliğe.
Aziz Nesin'i ortaokuldan, 20'li yaşların ortasına
Tutunamayanlar'ı ikinci kez okuyorum. Bu okuyuşum bana hem büyük bir keyif verdi, hem de ufuk açtı. Bu da bana bazı kitapları okumak için uygun zamanın gelmesi gerektiğini öğretti. Aksi takdirde kitap size okuma hazzı vermiyor ve bir nevi boşa kürek çekiyorsunuz. Oğuz Atay; içten, samimi, anlattiklari hep bir yerlerden tanıdık geliyor, ya bir yaranıza dokunuyor ya da sizi kahkahalarla güldürüyor. Kitabı okurken ister istemez oradan oraya savruluyorsunuz. Aslında çok derin ve hüzünlü bir hikaye anlatıyor ama bunu yaparken ucuz yollara başvurmak, acındırmak yerine mizahın gücünü kullanıyor. Aşk bile onun kaleminde sıradışı bir anlatıma ulaşıyor. Kitap 724 sayfa ve açıkçası daha başlarken ön yargı oluşturuyor. Benim acizane tavsiyem, eğer bu kitabı okumaya karar verdiyseniz sayfa sayısını, başkalarinin düşüncelerini, değerlendirmelerini olumlu ya da olumsuz eleştirileri bir kenara bırakın ve kitaba samimi bir okuma arzusuyla başlayın. Sevdiyseniz devam edin, sıkıldıysanız ve gitmiyorsa bilin ki biraz daha zamana ihtiyacınız var. Ve bence o zamanı kendinize verin...
Çocuk öyküleriyle çok haşır neşir olmam mı yoksa bugüne kadar okuduğum, içimde güzel yerlerde duran öykülerin varlığını yeterli bulduğumdan mı pek öykü talibi olmam ben. Olmazdım yani. Belki içimde öykü hacmini genişletme isteği doğmasından, belki bir öykü severe rastlamaktan... zamanla değişiyor insan. Değişiyorum.
Öyküyü sevdiren, bakış açımı
Kitabı bitirebilmenin verdiği cesaretle geldim :) Selim'den bahsetmeden önce hislerimden bahsetmek istiyorum. Kitabı okurken hislerim birbirine karıştı. Karmaşıklaştım. Hüzünlendim ilk önce , satır aralarında güldüm mesela , hüzünlendim yine...Güldüğüm için utandım kendimden biraz. Sonra al baştan tekrar aynı hisler, karışık bir örüntü gibi..
Meğerse ne farklı bir mizahı varmış Oğuz Atay'ın. Anlayamamıştım ilk başta.
Selim'e gelecek olursak
Ah be Selim, nasıl da bizden birisin aslında. Hepimizin içinde ufak da olsa bir Selimlik yok mu? Tanıdık geliyor bir yerlerden, biliyorum diyorsunuz; ama çıkartamıyorsunuz. Öylece uçup gidiyor düşünceler...
Oğuzum Atay, Selim'i öyle anlatmış ki şimdi çıkıp gelse bir yerlerden "Evet diyeceğim bu o , o işte." Sonra çekip yanıma tutacağım ellerinden.