Acı çekmek uzun süren bir andır. Onu mevsimlere bölemeyiz. Yalnızca ruh hallerini saptayıp yinelenişini kaydedebiliriz. Bizim için zaman ilerlemez. Döner. Bir istırap merkezinin etrafında döner sanki. Her ayrıntısı değişmez bir kalıba göre düzenlenmiş, yememi zin, içmemizin, yürümemizin, uzanmamızın, dua etme mizin, hiç değilse dua için diz çökmemizin bile demir den bir formülün katı kurallarıyla belirlendiği bir yaşa min insanı felce uğratan durağanlığı; her korkunç günü en küçük ayrıntısına kadar bir öncekinin eşi kılan bu durağanlık niteliği, yaşama nedeni sürekli değişim olan dış güçlere kendini iletir sanki. Ekimden, hasattan, mısır ların üzerine eğilen çiftçilerden, asmaların arasında üzüm toplayan bağcılardan, meyve bahçelerinde yere düşen tomurcuklarla beyazlanmış, meyvelerle kaplanmış çi menlerden hiç haberimiz olmaz, olamaz. Bizim için bir tek mevsim vardır, "keder" mevsimi. Güneşle ay bile biz den uzaklaştırılmıştır sanki. Dışarıda günün maviliği ve altın ışıltısı hüküm sürebilir, ama altında oturduğumuz küçük, demir parmaklıklı pencerenin kalın camından içeri süzülen ışık gri ve soluktur. Mahkumun hücresinde hep alacakaranlık hüküm sürer, tıpkı kalbinde hep gece yarısının hüküm sürdüğü gibi. Zaman evreninde olduğu gibi düşünce evreninde de hareket yoktur. Senin uzun zaman önce unuttuğun ya da rahatça unutabileceğin şey, bana şu anda olmakta, yarın da olacak. Bunu anımsa, o zaman sana niçin yazdığımı, niçin bu biçimde yazdığımı biraz anlayabilirsin.