Bazen bazı kitapların sizi zihinsel olarak yorduğunu hissedersiniz. Belki dilinden belki de içeriğinden. Bazen de kısa süre içinde çok fazla kitap okumuşsunuzdur ve biraz dinlenmek istersiniz. Ben de kitaplar arası ne zaman soluklanma ihtiyacı hissetsem, kitaplarıyla kısa bir mola verebileceğim yazarla tanıştım. Stefan Zweig..
Genellikle uzun olmayan öykülerinden ve yalın, akıcı dilinden dolayı olabilir. Bunun dışında yazılarında tam olarak ifade edilemeyen ama insana dokunan bir şeyler var.
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu'nda da olduğu gibi..
"Sana, beni asla tanımamış olan sana."
Mektup bu cümleyle başlıyor. Basit, kısa bir cümle gibi. Ancak o cümle aşık bir kadının acısını, hayal kırıklığını ve öfkesini içinde barındırıyor. Kadın tarafından belki de en acısı mektup sona erdiğinde bile sevdiği adam onu tam olarak bilemeyecek-tanıyamayacak.
Çocukluk aşkını neredeyse saplantılı diyebileceğimiz bir şekilde yetişkinliğe kadar kalbinde taşıyan bir kadın. Adamı gördüğü ilk günden itibaren hayatı 'O' oluveriyor. Onun için akıllı, onun için güzel ve onun için yetişkin bir kadın olmak istiyor.Her şey, ondan haberi olmayan sevdiği adam için. Bazen onun yüzünden acı çekiyor bazen de küçük düşüyor. Aşkından ise asla vazgeçmiyor.
Kısacık ama aşk hakkında düşündürecek bir kitap.
Aşk nedir? Tek taraflı aşk yaşanabilir mi? Ve bu 'aşka', gerçek aşk diyebilir miyiz?
Siz de küçük bir mola ihtiyacı hissederseniz çekinmeden Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu'nu okumaya başlayabilirsiniz. :)