Yo, hayır, babamın yürümemi istediği yolu seçmeye karşı çıkmıyordum. Tüm yollara giriyordum. Ama yürümeye gelince, yürümüyordum. Her adımda duruyordum; önüme çıkan her çakıl taşının ilkin uzağında duruyor, sonra giderek yaklaşıyor, yaklaşıyor, çevresinde dönüyordum; başkalarının benim için aşılmaz bir dağın, hatta kuşkusuz içinde yerleşebileceğim bir dünyanın boyutlarını edinen o çakil taşına hiç aldırmaksızın yanımdan geçip gitmelerine şaşıyordum.
Böylece, birçok yolun daha ilk adımlarında durakaldım, ruhum dünyalarla ya da çakıl taşlarıyla dolu; ikisi de aynı kapıya çıkar. Ama, beni geçip ilerleyenlerin, yaşamı boydan boya geçenlerin, özde onun hakkında benden daha çok şey bildikleri doğruymuş gibi görünmüyordu bana. Kuşkusuz, önüme geçmişlerdi benim, hepsi de yiğit atlar gibi ileri atılarak; ama sonra, yolun sonunda bir araba bulmuşlardı: Kendi arabalarını. Büyük bir sabırla yapışlardı ona, şimdiyse sürüyorlardı onu. Bense hiçbir araba sürmüyordum; bunun için de ne dizginlerim olmuştu ne de at gözlüklerim; onlardan daha çok şey görüyordum, kesinlikle; ama sıra gitmeye gelince, nereye gideceğimi bilmiyordum.