Birtakım şeyler arzuluyoruz. Birtakım şeylerden pişmanlık duyuyoruz. Birtakım şeylerden medet umuyoruz. Birtakım şeylerin esiriyiz… Bir sabah diyoruz. Bir sabah! Şu tarihte ölü toprağımı atacağım üzerimden! Şu işe başlama adımı atacağım, şu işten elimi çekme adımı atacağım, şu işteki tahribatımı onaracağım… Ve unutuyoruz! Unuttuğumuz gerçek, her “Şu tarih” gününün bir gece ile başladığı gerçeğidir. Gece! Ne korkunç bir kelime! Bu gece, bu yatağımda uzanmış, yazıyı yazmakta olduğum gece, birileri anneciklerini morg kapısında beklemekte; başka birileri, henüz annecikleri mışıl mışıl evinde huzur ile uyuduğu için dostlarıyla eğlenmekte; bir başka birileri fikir üretmekte! Gecenin korkunçluğu nerededir? Pek tabii gecenin korkunçluğu, arzularımızı taşıyacak ve pişmanlıklarımızı onaracak bir sabaha kavuşamama ihtimalindedir. Bir gece uykusuzluktan ne çıkar! Hiç şüphesiz, bir sabah hayatsızlıktan çıkan daha çoktur! Peki kalkınmak, doğmak, onarmak nedir! Bir tabak temiz niyet, bir sürahi esaslı hüzün, yüz gram dibe çökmüşlük, iki kavanoz pişmanlık, bir kalıp umut! Kalkınmanın tarifi!
Yusfüçyüs