Eğer yaşamak kelimesinin manası her şeyden mahrum olmak ve ıstırap çekmekse, her an küçülmek ve bunu nefsinde her lahza duymaksa, bir türlü aşamayacağı bir çemberin içinde durmadan çırpınmaksa, şüphesiz ben de, benimkiler de en derin şekilde yaşıyorduk.
Kitap Norveçli bir balıkçının doğduğu ve öldüğü günü anlatıyor. Dili yalın ve akıcıydı. Yer yer tekrarlara yer verilmesi başta garip gelse de okumaya bir şiirsellik kattığını söyleyebilirim. Bu yüzden de keyifle okudum.
Dış dünyada, büyük değilse bile, küçücük bir başkalık mı vardı, ona her şeyin değiştiği duygusunu bu mu veriyordu? Kendisi eskisi gibi değil miydi, değişmiş miydi yoksa?
…inançlıydı, kimseye benzemezdi, eşsizdi, kendi inancını kendisine saklar, başkasınınkine karışmazdı, inandığım Tanrı bu kötü dünyadan çok uzak, demişti.
Kambur kitabı ile tanışmıştım ve hayran olmuştum. Hızlıca diğer kitaplarını da okumak istedim ve bu kitabını seçtim.
Kitabın başında bir aileden bahsediliyor sanıyorsunuz. Birden kendinizi önce anne Tevhide’nin geçmişinde buluyorsunuz. Sonra sıra ailedeki baba karakteri Aziz’e geliyor ve ergenliğinden başlayan, detaylarla süslenmiş geçmişine götürüyor yazar bizi. Anlıyorsunuz ki ana karakter aslında Aziz oluyor.
Kitabın bazı bölümlerinde ilerlemek öyle hızlıca mümkün olmuyor. Yarım saatte 5 sayfayı ancak okuduğumu biliyorum. Kitap odaklanarak, sindire sindire okunmayı gerektiriyor çoğu kez. Yazarın gözlem yeteneği çok güçlü, sanki ana karakterin ruhu sizsiniz de öyle okumaya devam ediyorsunuz gibi oluyor kitaba alıştıkça.
Şimdilik
Kıyamet Emeklisi - 2. Cilt’i okumayı düşünmüyorum. Biraz ara verdikten sonra belki kaldığım yerden devam edebilirim.