Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Hüzün Hüzün, sevinçten soyutlanmak, elden kaçırılan bir şeye üzülmekten ya da olmaması gereken bir musibet başa geldiği için dertlenmekten dolayı sürekli kederli olmaktır. Bilmelisin ki hüzün, Allah yolunda yürüyen arız olan gelip geçici bir durum olup, ne imanın şubesi ne de manevi bir mertebesi durumunda değildir. Bundan dolayıdır ki Kuranı
Yaralar vardır hayatta, Ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve Yalnızlıkta yiyen,kemiren yaralar. Kimseye anlatılamaz bu dertler, Çünkü herkes bunlara nadir ve Acayip seyler gözüyle bakarlar. Biri çıkar da bunları söyler ya da yazarsa, İnsanlar, YÜRÜRLÜKTEKİ İNANÇLARA ve KENDİ AKILLARINA GÖRE HEM SAYGILI HEM DE ALAYCI BİR GÜLÜŞLE dinlerler bunları. Çünkü henüz çaresi de devası da yok bu dertlerin. Tek ilaç ŞARAP yardımıyla unutmaktır; Afyonun ve uyușturucu maddelerin sağladığı sahte uykudur. Ama ne yazık ki bu tür devaların da etkileri geçicidir, ACIYI KESECEKLERİ YERDE ÇOK GEÇMEDEN DAHA DA ŞİDDETLENDİRİRLER...
Reklam
Yükselmenin Yolu
SOYU SOPU TEMİZ, dürüst ve akıllı bir genç, bindiği gemiyle Anadolu’nun şirin bir kasabasına gelmişti. Oradaki mü’minler, onun faziletli, akıl ve anlayış sahibi, temiz bir delikanlı olduğunu anlayıp kendisini misafir etmek istediler. Eşyalarını alarak onu temiz bir dergâha götürdüler. Delikanlı orada yedi içti, itibar gördü. Misafirlik süresi bittikten sonra, şeyh efendi delikanlıya şöyle söyledi: "Oğul, şu mescit tozlandı. Ötesinde berisinde çerçöp birikti, onu sil süpür, temizle!" Genç yolcu bu sözü işitir işitmez savuşup gitti. Bir daha da izini gören olmadı. Şeyh efendinin müritleri, misafirin görünmemesini, hizmetten kaçtığına, yahut elinden hizmet gelmediğine vererek şöyle dediler: "Zavallı çocuk, demek ki hizmet işine gelmedi!" Aradan birkaç gün geçti. Şeyh efendinin hizmetkârlarından biri ona çarşıda rast geldi. "Ey kendini beğenmiş genç! Şunu iyi bil ki, insanlar hizmet ederek yükselir, ancak bu şekilde bir makam sahibi olurlar. Dergâhtan kaçarak iyi bir şey yapmadın!" Genç yolcu, içi yanarak ağlamaya başladı, bir yandan da şöyle söylüyordu: "Ey cana can katan, gönüller aydınlatan dostum! Emri aldığım gibi mescidi temizlemeye gittim. Fakat baktım ki orada ne toz var, ne de toprak, her yer tertemiz. O tertemiz yerde kirli olan ancak bendim. Ayağımı ister istemez oradan çektim. Çünkü ben gidince mescit temizlenmiş olacaktı!" Derviş için biricik yol, kendini küçük görmektir. Yükselmek mi istiyorsun, gönülsüz olmaya bak! O damın bundan başka merdiveni yoktur. Meyveli dal başını aşağılara uzattığı gibi, akıllı insan da mütevazı olur. * * *
Tepside Yaprak
Ben kitaba, hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadan başlamayı çok seviyorum. Ne konusunu ne türünü bileyim, o ilk cümleden itibaren her şey sıfırdan bomboş bir düzlemin üzerine inşa edilsin istiyorum. Son zamanlarda kurgu kitap okurken bu konuyla alakalı aklımı kurcalayan bir mesele var: Kitabın uzunluğu. Herhangi bir yeri okurken kitabın son 30-40 sayfası kaldığını bilmemekten bahsediyorum. Bunun da farklı bir havası var katılıyorum ama zaten dediğim şey "asla bilmemeliyiz" falan değil. Keşke diyorum böyle bir seçeneğim de olsaydı. Bunu dijitalde yapmak daha kolay olur sanırım ama henüz matbu kitap seviciliğini bırakmadım. İşte bu kaç sayfa kaldığını bilmeden okuma olayı üzerine düşünürken kafamda şöyle canlandı. Yemekler için asansör oluyor hani. Şömineyi andırıyor ama tabağın tepsinin koyulduğu bir asansör. İşte ben okudukça yeni sayfa öyle bir asansörde gümüş bir tepsinin üzerinde gelecek odama. Asansörün kapısı son defa açıldığında tepsiyi boş bulacağım. Asansörün diğer ucunda size kitap seçecek güvendiğiniz biri olması gerek tabi. Her kitap olmasa da haftada bir ayda bir tane bu tarz okumak... Okuduğun yazının 5 sayfalık bir hikaye mi yoksa 300 sayfalık bir roman mı olduğunu bilmeden devam etmek. Deneyeceğim bunu. Merak etmeyin bir kitabın sayfalarını koparmayacak tuttuğum kişi. Yine kitap sayfası boyutunda yazıcıdan bastırabilir belki. Asansörü halletmedem de zor olacak gibi duruyor. Tepsiyi kapının altından falan uzatırız. Tepsi kesin olacak çünkü bütün bu meselenin ismini öyle koydum. Tepside Yaprak!
Hz. Zeynep
"Hicretin altıncı yılı Cemadiyelevvel’in beşinci günü Medine’de asil ve cefalı bir ailede bir kız çocuğu dünyaya gelmiştir. Bu kız çocuğu gelecek yıllarda insanlık tarihinin gidişatının değişmesinde büyük bir rol oynayacaktı. O tertemiz kız dünyaya geldikten sonra, değerli annesi Hz. Fatıma, kutlu eşi Hz. Ali’den bu kız çocuğuna bir isim
Anlam Arayışı ve Sembollerin Gücü İnsan hayatının en temel sorularından biri, anlam arayışıdır. İnsan, varoluşunun nedenini, amacını ve değerini bilmek ister. Bu arayış, insanın kendini tanımasına, geliştirmesine ve hayatını zenginleştirmesine yardımcı olur. Ancak bu arayış aynı zamanda insanın karşılaştığı acılara, zorluklara ve talihsizliklere
Reklam
EĞİTİM MARTAVALI Richard Dawkins, yıllar önce şöyle bir tespitte bulunmuştu: “Dünyadaki bütün Müslümanların aldığı Nobel ödülü sayısı, Cambridge Üniversitesi’nin Trinity Kolej’inden mezun olan öğrencilerin aldığı Nobel ödülü sayısından daha azdır.” Yani koskoca Müslüman dünya , sadece bir kolej kadar düşünebilen adam çıkaramıyor. Bu olayın sebeplerinden biri bence şudur: Mesela bir grup öğrenciye test verdiğinizi düşünün. Siz, bu testin cevaplarını, çocuklara testle birlikte verirseniz çocuklar, bu testi çözerler mi? Hayır çözmezler! Aynı bunun gibi, çocuklara “Her şeyi Tanrı yarattı,” diyen bir zihniyet, aklı sıra çocuklara evrendeki bütün soruların cevabını veriyor. Dolayısıyla çocuklar, evrene veya yaşama dair hiçbir şeyin üstüne düşünme gereği duymuyorlar. Yani, merak duyguları köreliyor. Ve ortaya hiçbir şey üre- temeyen, sürekli tüketen zihinler çıkıyor. Neticede zekâ dediğiniz şeyin yakıtı merak, yani öğrenme hazzıdır. Hazır cevaplar, merak duygusunu öldürür ve zihni tembelleştirir. Dolayısıyla, bir kafada soru işaretinin oluşmaması, o kafada cevabın oluşmamasından daha kötüdür. Çünkü zihin, o zaman bir kendini tekrarlama ya da durma noktasına gelir. Müslüman toplumlar bu anlamda kötü bir şöhrete de sahiptirler, kendileri soru soramadıkları gibi soru sorabilen zihinleri de sürekli bastırmışlardır ve ortaya böyle, derinliği olmayan yüzeysel zihinler çıkmıştır. Yani demem o ki bu sistem, bu haliyle, kendi kendisini ısıran bir yılan gibidir.Ağzındakini ne yutabilir ne de tükürebilir *** Felsefirastyon Serdal Özdemir
DÜRÜSTLÜK ÇİÇEĞİ
Bir Çin prensi tahta çıkacaktı ama yasalara göre, daha önce evlenmesi gerekiyordu. Uygun bir aday bulmak için bölgedeki genç kızları huzuruna çağırdı. Saraydaki hizmetçilerden birinin kızı prensi çok seviyordu. O da prensin huzuruna çıkmak istedi. Annesinin uyarılarını dinlemedi, çünkü sevdiği adamı bir kere bile görmek onu mutlu edecekti. Beklenen gece geldi. Genç ve güzel kızlar en güzel giysilerini giymişler, süslenmişler, kendilerini beğendirmek için her çareye başvurmuşlardı. Prens kızlara birer tohum verdi. Bunu saksılarına dikmelerini, altı ay sonra gelmelerini söyledi. En güzel çiçeği yetiştiren kızı kendine eş olarak seçecekti. Herkes tohumu alıp heyecanla evlerine geri döndü. Genç kız da kendisine verilen tohumu alıp saksıya ekti. O kadar bakmasına, özenmesine karşılık toprakta tek bir filiz bile görünmedi. Her şeyi denedi, uzmanlara danıştı ama bir fayda göremedi. Altı ay dolmuştu ama saksı hâlâ bomboştu. Prens sunacağı bir çiçek olmadığı halde gene de belirtilen gün ve saatte boş saksıyla saraya gitti. Oysa diğer kızlar güzel çiçekli saksılarla gelmişlerdi… Sonunda beklenen an geldi. Prens salona girdi, kızların arasında dolaştı, saksıları birer birer inceledi. Hizmetçinin kızını kendine eş olarak seçtiğini duyurdu. Herkes şaşırmıştı. Diğer kızlar bu karara tepki gösterdiler, itiraz ettiler. Boş saksıyla gelen kız nasıl eş olarak seçilirdi? Prens durumu şöyle açıkladı: “Bu genç hanım en değerli çiçeği yetiştirip bana sundu. O çiçeğin adı dürüstlük çiçeğidir. Çünkü sizlere dağıttığım tohumların hepsi sahteydi ve çiçek açmaları olanaksızdı.”
Nobody/ Nilgün Marmara’ya prelüd.
Önemsiz Biri filminde şöyle diyordu: insanın beynine giren mermiden daha hızlı öldüremez hiçbir şey. Bir de insana yavaş yavaş öldüren şeyler var; Hayatın iki rengi var bence siyah ve beyaz. Bir insanı yavaş yavaş öldüren şey : GRİ. Zaman her şeyin ilacıysa o bu kadar eczane ne halt ediyor?? -Ya kendini asanlar? Madem zaman ilaç , zamanla o o ilmek neden boğazından geri çıkmıyor? Haddinden fazla ilaç içenler ya da ? Neden zaman onları zehirliyor? Bir de insanı öldüren kelimeler var : bir tanesi AMA Bu kelimeyi duyunca bilin ki , cümlenin sonunda üzülen siz olacaksınız. 10.06.2023 11:41 H.H.
Geri199
1.500 öğeden 1.486 ile 1.500 arasındakiler gösteriliyor.