Yıl 2108. Birçok Dünya Savaşı ve ağır bombalamalardan sonra yepyeni bir dünya içindeyiz. Yepyeni bir dünya. İçerisinde Tanrı'nın artık itibar kaybedip Şeytan'ın tahta oturduğu, yeni kuralların, yeni geleneklerin kabul edildiği ve korkunun hüküm sürdüğü bir dünya.
Bu dünyaya düşen bir bilim insanının hem hapis hayatı hem de bu hayatı
“Görmekle aşk arasına atılan sırça merdivenlerin insana yaslandığı sır âleminden sesleniyor bizlere Âşık Veysel.
Sazının bağrına yaslandığı umutla, tezenesinin gölgesinde kuruttuğu baharla, binbir türlü çiçeğin adıyla sesleniyor bize.
O ses yüreğimizin toprağında filizleniyor. Kimi zaman bir Lâle olup boynumuzu büküyor yârdan ayrı. Kimi zaman da sarp kayalarda gizlenen Nevruz’un gök gözlerinde seyrediyoruz âlemi. Görmediği yerde bakmayı öğretiyor aslında bize Veysel. Bir çiçeğin sevdasına bakmayı; bir çiçekle solan gözlerin, binbir çiçekle dünyaya açılmasını öğretiyor.
Der ki Veysel;
‘Ben, Kör Veysel, diye seslendiğiniz, ancak sizin görür sandığınız aydınlık dünyayı, karanlık dünyamdan sizden daha gerçekçi, daha güzel görenim. Siz, beton direkler çakıp, canını yakarken toprak ananın, ben tırnağımla olur da canını incitirim, diye bir dostu okşar gibi dokunuyorum toprağa. Sizde bir çift göz var, bende ise bir gönül. Aramızdaki fark bu sadece…”