"...
Sonra bir gün hiçbir sözün kalbinizi karşılamadığını görürsünüz. Sizin hikâyeniz değildir harflerin çatısı altındaki o ayrılıklar, köpüren bakışlar, arzulu parmaklar. Sizi göklere çıkaran boşluk, yerin altına doğru çekmeye başlamıştır. Herkes baş dönmesini unutmuştur. Akşam gün ortasında gelir. Rüyasız uykularla sabaha çıkılır. Dünyayı göğsünüzden taşıran arzu, bir kan pıhtısına dönmeye başlamıştır. Her şey üstünüze gelmektedir. Ağaçlar, kuşlar, börtü -böcek bütün sevincini yitirir. Bir hayıf cümlesi uyanır içinizde usul usul. Birden anlarsınız ki sizin acınızı ancak sizin sözünüz avutacaktır. Yazacaksınız. O sonsuz beyazlığa, kimsenin söylemediği o büyülü dizeyi düşeceksiniz. ‘Ben'in korkuluksuz köprüleri’nden* geçiş başlamıştır. Mezarları hayata katan bir maceradır bu. Siz biriciksiniz, sözünüz sizden biricik. İnsanın kendi sesinden daha dokunaklı ne olabilir bu kalabalıkta..."
Binlerce geyik ya da binlerce kuşun beraberliği
Aşk, o benim en güzel hayvanımdır
En yeşil ormanların en yeşil mantığında
Duyulmaz, öpülmez balığında deniz altlarının
Ya da bir akşamüstü lokantası gibi
Çöküp de köylülerin yorgun argın
Aşk
Çok belli bir dudakta iki kişi olmanın.
Çok gördüm bir kadındır atlanıp gözlerinden Göz, o benim en
Aşıboyası aşındırıcı özelliğinden ötürü de talep görür: Hayvanların derilerini tabaklamak için de kullanılır -aşı boyasının antiseptik özellikleri bu malzemeyi çürümeye karşı korur ve artık organik maddelerin ve küçük damarların çıkarılmasını kolaylaştırır aynı zamanda Renancourt Venüsü gibi sanat eserlerinin son dokunuşlarında da kullanılır. Aşıboyasının insan derisi üzerinde profilaktik bir işlevi de vardır: Güneşe ve böcek ısırıklarına karşı korur... Bu nedenle, Francesco d'Errico bu boyanın, belli bazı popülasyonların günlük bakımına dahil olmasının çok doğal olduğunu hatırlatıyor. Örneğin "Himba kadınları, (şimdiki Botsvana) su kullanımı bir tabu olduğu için derilerini aşıboyasıyla kaplarlardı. Kadınlar, aşıboyasını yağa karıştırarak yıkanırlardı."