Fillerin çağıydı bu çağ.Yeryüzünü baskıları altına alacaklar, tekmil yeryüzünü, karınca, kuş, ağaç, börtü böcek, çiçek, insan sömüreceklerdi. Bunun için de önce beyinleri, duyguları, toprağı, suyu, bedenleri yozlaştıracaklardı. Filler sultanı çok akıllı gidiyordu, iyi düşünüyordu. Ona yardım etmeliydi. Önce karıncaları on beş, yirmi, kırk, bin parçaya bölmeli, sonra da bu her bölüğü ötekine can düşmanı etmeliydi. Bölünmüş karıncalar, hiçbir zaman bir güç olamazlar, sonuna kadar da tutsak kalırlardı.
Burası Diyarbakır böcek, Diyarbakır. Diyarbakır toprağının altında, yabancıların zindanındayız. Diyarbakır... Böcek, bu Diyarbakır var ya bu Diyarbakır, yurdumuzun güzelliğidir, yürek ağrımızdır. Hem yaşama umudumuz hem beynimizdeki sancıdır. Acayip bir şehirdir. Kadim ve hünerlidir. Sestir, renktir, aydınlıktır, acıdır, güzelliktir. Karışıktır. Her şeyi bir birine karışmıştır. Onu anlamak güçtür. Hem yaşatır hem de öldürür. Hem sever hem öfke duyar. Hem sadık ve yardımcıdır hem de kıskanç ve cimri.
Hani bazen insanın yüzünde böcek dolaşır da tuhaf bir ürperme olur,onun gözlerinin de böyle bir böcek gibi yüzümde dolaştığını bakmadan hissediyor, rahatsız oluyordum. :D