Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
"Sana açıklayamayacağım çok fazla şey var," dedi. Çok dikkatli bir şekilde hemen önümde durdu. "Senin anlaman gereken çok fazla şey var. Ama sana asla zarar vermeyeceğime inanman lazım Nova, benim buna ihtiyacım var." "Neden?" diye sordum. "Neden geldiğimden beri sadece bana eziyet ediyorsun?" "Sana doğru çekilmekten kendimi alamıyorum." Hayati bir şeyi itiraf eder gibi mağrurdu. Gözlerini bir saniyeliğine dahi kırpmıyordu. Gözbebekleri titriyor, mavi karanlığa teslim oluyordu. Bakışlarının bana anlatmak istediği çok şey vardı. "Seni gördüğümden beri yapmak istediğim ama yapamadığım tek bir şey var, okul koridorunda da kolyeni alıp gittiğimden beri..." Elini yüzüme koyduğunda bir şey oldu ve korku, tiksinti, huzursuzluk, hissettiğim her şey durdu. "Sana dokunduğumda bir şey hissettim." Tekinsiz. Ateş Lordu bir kelime olsa bu olurdu. "Ne hissettin?" "Seni öpmek istedim." "Bu nasıl mümkün olabilir?" diye kendi kendime mırıldandım. Başımı yere eğip kaşlarımı çattım. Çok zorlanmamama rağmen nefes nefeseydim. Nefes almayı unutmuş olabilir miydim? "Bu gerçek değil," dedim başımı iki yana sallayarak. "Gerçek değil, senden nefret ederken bu nasıl mümkün olabilir?" Düşüncelerimi toparlamaya, zihnimi ondan korumaya çalışıyordum. Parmakları çenemin altından kavradı, yüzümü ona bakacağım şekilde kaldırdı. "Bana karşı koyamıyorsun, sana karşı koyamıyorum, sudan korkuyorsun..." Gözleri bir ihtiyaç gibi yüzümde dolandı. "Çünkü ben senin aslında Ateş Vârisi olduğunu düşünüyorum."
Sayfa 428Kitabı okudu
Yanan Ormanlarda Elli Gün
Ormanda beşer,onar kilometre aralıklarla ateş parladı..Daha önceki yangınlar sönmeden yenisi başladı.Köylüler ciple yangın yerine taşındı.Ama yangın büyüdü korkunç bir hal aldı.Rüzgarda söndürmek zorlaşıyor.Yılan gibi kıvrıla kıvrıla incecik,yukarı doğru kayıyor.Harmanın gibi yananın etrafını iyice açtın mı tamam.Zor atlar.Söner kalır ama bu rüzgarda hiç umudum yok.Söndüremeyeceğiz. Tırmıkla yerdeki kuru otları alınca ateş atlıyamaz.Yangın üç türlüdür.Dip yangını, gövde yangını,baş yangını En büyük vuku bulan dip yangınıdır.Yerdeki kuru yapraklar yanar gider.Baş yangınında yapraklar yanmaz.Baş yangınında ağaçlar sık ve gençtir. Yerde kuru yapraklar çok olursa gövde yanar. Yangınları ayırmadım.Dağı taşı ateş almış,yanıyordu,babam yanıyordu.
Sayfa 105 - YkyKitabı okuyor
Reklam
Karşılıklı sustukları zaman bile, aralarındaki yakınlık sular kadar derindir ve bu sular “yavaşça yükselir, her şeyi örter, yumuşatır, ateş gibi tutuşturur, beyinlerinin üstüne bir incinin pırıltısını sürer."
Sayfa 113Kitabı okudu
Bil ki, kıyamet kopsa, bu ateş sönmeyecek
..Dergi bu odada hazırlanır, sonra gizlice elden ele geçerdi. Sarayın korkunç hafiyelerinden biri nasılsa haber alıp curnal eder. Okul nazırı çağrılıp bir güzel azar yerse de okulda böyle şeyler olmadığını söylemekten vazgeçmez. Bir gün kendisi ders odasını bastı, hepsini suçüstü yakaladı. Değerli bir asker değildi. Ama vicdanlı ve namuslu bir kimse idi. Eğer isteseydi hepsinin asker mesleğinin son bulacağına şüphe yoktu. Dergiyi görmemezlikten geldi. - Ne diye başka şeylerle uğraşıp derslerinize çalışmıyorsunuz? demekle yetindi. Fethi, sonradan soyadı Okyar, Mustafa Kemal'in sonuna kadar arkadaşlarından ve bir aralık başbakanı, ateş püskürecek ve bir eli ile Sultan Hamid'in oturduğu Yıldız Sarayı'nı göstererek: - Hep o adamın başı altından çıkıyor bunlar... Sarayı başına yıkılmadıkça rahat yok. Elime fırsat geçerse altına bomba koyardım, diyordu. Tuhaf bir raslamadır ki 27 Nisan 1909'da Sultan Hamid tahttan indirildiği vakit onu Selânik'e götüren muhafız bu Fethi olacaktı.
Hayatı belli şartlar altında yaşamaya buyur ediliriz. Hayat boyu böyledir bu. Doğduğumuz andan ölümümüze değin hep bu şartlar topluluğu bir şartlar topluluğu ile çevrelenmişizdir. Kimimizin babası sert, kimimizin ki fazla yumuşak, kimimizin annesi ilgisiz, kimimizin ki ise insanı boğacak kadar ilgilidir. İçinde yaşatıldığımız şartlar ilk olarak
Reklam
Bu niye bu kadar doğru?
Hayatın bir matematiği, hendesesi, mühendisliği olsa ben haklı çıkardım. Yokmuş. Bir zaman kafa yordum, baktım ki benim havsalam kâfi gelmiyor, bıraktım. Cennete bahçe demek, cehenneme ateş demek cahiller içinmiş. Hiçbir şey o kadar basit değil. Biz zannediyoruz ki insan ölünce çürümeye başlar. Doğru değil. İnsan doğduğu andan itibaren çürümeye başlıyor. İnsanı çürüten ölüm değil, hayattır. Başkasından değil, kendimden biliyorum.
"Karakterinin bir özelliği, zamana duyduğu saygıydı... Onun ne kadar değerli olduğunu hiç unutmazdı... Dakikaları ekonomik kullanırdı... Önüne çıkan birkaç dakikayı bu kadarcık bir süre için çalışmaya oturmaya değmez diye düşünerek asla harcamazdı... İçinde yanan bir ateş varmış gibi, her şeyi hızlı hızlı yapardı. "
Sayfa 122 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları - CDXKitabı okuyor
Lisedeyken Shay'i sevmenin en kötü yanı, onun değersiz erkeklerle çıkmasını ve kalbinin paramparça olmasını izlemekti. Bu sadece eğlence için olsa ve o bunu çok ciddiye almıyor olsa bile, o adamlar kendilerini çocuksu birer ahmak olarak gösterdiklerinde duyguları darbe alıyor, yaralanıyordu. Onunla evliyken bunu tekrar yaşamak midemde bir ateş yakmıştı.
Sayfa 234 - NoahKitabı okudu
Zavallı olduğumu söylüyordum değil mi? Bütün açıkgözlülüğümün budalalıktan başka bir şey olmadığını açıkça görüyorum; ama bazen, büyük bir adama yakışır düşüncelerle hareket ettiğim oluyor, eğer içerideki Zorba'nın emrettiğini yapabilirsem, dünyayı şaşkın bırakıyorum. Hayatımda vadeli anlaşmam olmadığı için, en tehlikeli uçuruma vardığım zaman freni laçka ederim. Her insanın hayatı inişli yokuşlu bir çizgidir ve her akıllı adam kendini frenle idare eder; fakat ben patron, değerim buradadır, frenimi çoktan attım, çünkü karamboller, beni korkutmuyor; biz işçiler yoldan çıkmaya karambol deriz. Yaptığım karambollere dikkat ediyorum Allah belamı versin! Gece gündüz koşuyor, keyfimi yaşıyorum ve isterse, kırılıp paramparça olayım. Yitirecek neyim var? Hiç! Sanki kendimi uslu idare etsem kırılmayacak mıyım? Kırılacağım; öyle ise toplara ateş!.. Şimdi sen bana gülüyorsun patron, ama ben sana budalalıklarımı, -ya da haydi düşüncelerimi yada zaaflarımı diyelim- vallaha, bu üçü arasında ne fark var, bilmem; yazıyorum, işin yoksa gül sen. Ben de, senin güldüğüne gülüyorum, böylece de dünyada gülmenin sonu gelmiyor. Her insanın kendi deliliği vardır, bana öyle geliyor ki, en büyük delilik, bir deliliğe sahip olmamaktır.
Sayfa 175 - Can YayınlarıKitabı okuyor
Reklam
26 kişilik bir silahlı Taşnak çetesi, 26 Ağustos 1896'da banka çalışanlarını rehin alarak, İstanbul'daki Osmanlı Bankasını işgal etti. Bankanın pencerelerinden dışarıdaki polise ve yoldan geçenlere ateş açtılar. Hükümete karşı bir bildiri hazırladılar ve bankayla birlikte içeride rehin tuttukları kişileri de havaya uçurmakla tehdit ettiler. Şehirde ise Taşnaklar, hükümet binalarına ve sivil halka karşı bir bombalama programına başladılar. İsyancılar ateş açarak ve bombalar atarak, okulları, depoları ve evleri işgal ettiler. Umulduğu gibi, bu saldırılar, İstanbul Ermenilerine karşı Müslüman halkın öç alma eylemlerini teşvik etti. Çoğunluğu Ermeni olan yüzlerce insanın öldüğü bir dövüş patlak verdi.
Sayfa 63 - TÜRK TARİH KURUMU YAYINLARIKitabı okuyor
İnsan eşref-i mahlûkattır, derdi babam bu sözün sözler içinde bir yeri vardı ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman bu söz asıl anlamını kavradı geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı kararmış rakamların yarıklarından sızarak bu söz yüreğime kadar alçaldı damar kesildi, kandır akacak ama kan kesilince damardan sıcak sımsıcak kelimeler boşandı aşk için karnıma ve göğsüme ölüm için yüreğime sürdüğüm ecza uçtu birden aşk ve ölüm bana yeniden su ve ateş ve toprak yeniden yorumlandı.
Sayfa 177 - Tam İstiklal YayıncılıkKitabı okudu
Ermeniler 1895'in Ekim ayında Bitlis'te, Cuma namazı sırasında camide ibadet etmekte olan halkın üzerine ateş açtılar. Güvenlik güçlerinin camilere müdahale etmesi üzerine, isyancılar depoları işgal edip sokaklarda Müslümanlara ateş ettiler. Misilleme olarak, Müslümanlar da Ermenilere saldırdı. Polis asayişi temin etmeye çalıştı ve ilave güç yollanması için haber salmak istedi, ama Bitlis'in dışarıyla irtibatını sağlayan telgraf telleri kesilmişti. 120 Ermeni ile 30 Müslüman'ın öldüğü rapor edildi. Ermeniler 1895'in Kasım ayında, Diyarbakır'da bir camideki Müslümanlara, Cuma namazı sırasında ateş açtılar. Olayın ardından çıkan çatışmada, çarşıdaki dükkânların çoğu yangından telef oldu. Hem Ermeniler hem Müslümanların her ikisi de can aldı ve yangınları çıkarttı. Ermeniler aynı ay içinde, Merzifon'daki camide ibadet etmekte olan Müslümanlara, Cuma namazı sırasında saldırdılar. Konsolos- lar onların "çok sayıda" Müslümanı öldürdüğünü kayıt ettiler. Takip eden pazar günü ise Türk, Kürt ve Çerkezler, Merzifon çarşısına saldırdılar. Bu çarşıdaki dükkânların çoğu Ermenilere aitti. Yağmacılık ve katliam sırasında; "Birçok Ermeni hayatını kaybetti.
Sayfa 51 - TÜRK TARİH KURUMU YAYINLARIKitabı okuyor
Bu tende, koparılmadan solmaya mahkûm güllerle aşksız ihtiyarlamaları mukadder kızlarda görülen hummalı kızıllığa benzer gizli bir ateş, muzdarip bir şeffaflık vardı.
Sayfa 498 - İnkılap Yayınları, Reşat Nuri Güntekin, Bütün Eserleri, ÇalıkuşuKitabı okudu
"Kızıl kahkaha bu. Dünya çıldırdığında böyle gülmeye başlar."
Hepsi delirdi ve birbirlerini kırıp geçirecekler. Delirdiler. Kafalarında her şey tepetaklak ve hiçbir şeyin farkında değiller: Eğer yönler bir anda öbür tarafa çevrilse düşmanı kırdıklarını düşünerek kendi arkadaşlarına ateş etmeye başlarlar.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.