Hayır seni asla bunların hepsi telefat dünya gözüyle
Bir kez bile görmek istemiyorum acıdım ömrümce
Neler vermezdim seni görmek için gibisinden cümle kuranların haline
Uğruna dağları delmem ummana dalmam atmam ateşe naçiz bedenimi
Kovalamam peşini davet etse bile eteklerin
Hepsi yerin dibine geçsin daüssıla malihulya nostalgia
Sen nasılsa olsa tıpkı hep olduğu gibi defalarca
Görüneceksin ahret gözüme
Ahret gözüm ağır gözüm bilerek geçirmeyen hazzı kantardan
Azabı bilerek tartmayan yeğni gözüm ahret miskalle
Zarfıma makineyle 1944’üncü dünya garnizonu İS yazılmış
(İsmet değil İsa da değil İsa’dan sonra)
Zırt pırt ikaz edilmişim ayak uydurma konusunda
Koca tugay uygun adım atan cilveperest mangaların
Gündem tayini için inhisarına bırakıldıysa
Bileğimi fırsat buldukça tükürükleyip
Şaklatmam mı kimin ağzında düdük varsa
Uyluk kemiğimi bu sebepten kırdılar
Ben de diz çökmedim bahane bu ya
Seni dünya gözüyle bir kez daha görmek isteyen
Biri varsa buna şiir şahittir ben değilim.
Tren, istasyona yaklaştığında bekleyenin de beklenenin de elleri büyümüş; yerlere, yurtlara sığmıyordu. Tren durup yükünü perona boşalttığında, beklemekten donuklaşmış gözlerle karşıladılar birbirini. Bir şey demeden uzunca kucaklaştılar; önce bakışları, sonra kollarıyla. O sırada yandaki çay bahçesinden yükselen bir ses “Ben buraya gelmezdim, alnımın yazıları…”diyordu. Yılların uzaklığıyla sevdiğine bir kez daha sarıldı. Ağarmış saçlarına bakıp “Saçlarının karasını nerelerde bıraktın sen?” diye sordu. Bu arada radyodaki ses “Gittin ki tez gelesin, tez geldiğin bu mudur?” diyordu. Beyaz saçlarını rüzgâra emanet edip, bir dağa yaslanır gibi birbirine dayanıp yürümeye devam ettiler.