Ben bir canavar mıyım, yoksa bir kurban mı? Yani ne biçim kurban? Gerçekten ben, sevdiğim kıza benimle birlikte Amerika’ya ya da İsviçre’ye kaçmasını önerirken, belki de ona karşı sonsuz bir saygı besliyordum içimde. Yalnızca bu da değil. Her ikimiz için mutlu bir gelecek kurmayı düşünüyorum. İnsan aklı, algılaması, tutkuların tutsağı oluyor çoğu kez. Ben belki de ondan çok kendime kıydım...
Sayfa 350 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Ne güzel şey güneşin penceremi aydınlatan ışığında sana rastlamak. Mor menekşe kokusunda sana merhaba demek. Bir gölge misali ellerin yatağımın başucunda. Gözlerin bir martının kanatlarına tutunup gelmişçesine, masum masum bakıyor gözlerime. Pencereyi aç, rüzgâr kokunu savursun odama. Tut ellerimden kaldır beni! Bahçemdeki erik ağacının çiçek
Reklam
Kış Ürpertisi
( Acayip gölgeler sarkıyor aşınmış pervazlara.) Ya şu Venedik aynan, donuk yılların kıyısındaki soğuk bir kaynak gibi derin, kimler seyretti kendini orda? Kuşkusuz, oy, bir değil nice kadın yıkayıp akıttı bu suya günahını güzelliğinin; ki uzun zaman baksaydım çıplak bir hayalet görürdüm karşımda. - Hınzır, aklın hep şeytanlıkta. ( Örümcek ağları görüyorum büyük pencerelerin pervazları üstünde.) Dolabımız da çok yaşlı; bak nasıl yalıyor hazin yüzlü tahtalarını alev; ömrünü doldurdu perdeler, koltuklarda ne cila kaldı, ne yüz, ya duvarlardaki şu eski oymalar ve bütün bu kırık dökükler? Bir bak, yalan mıyım söyle, kafesteki şu Bengaldeş serçeleri, şu mavi kuş bile sormadı mı zamanla? ( Pencereler üstünde titreyen örümcek ağlarını düşünme.) Seviyorsun bütün bunları, işte bu yüzden yanındayım. Eski zaman bakışlı güzelim, şiirlerimin birinde "soluk nesnelerin zarafeti var" demiştim ve sen değil miydin seven bu sözcükleri? Bilirim yeni eşyaları sevmezsin; o çığırtkan güvenleriyle bilirim korkuturlar seni ve onları eskitmek gereği duyardın, bilirim çok zordur bunu yapmak, eylemin tadına varmayan için. Gel yanıma kapat artık yüz yıl öncesinden kalma köhnemiş şu Almanca kitabın kapağını, oradaki kralların hepsi de ölü, oysa, ben, uzanmışım eski halıda, başını solgun entarinin sevecen kucağında, ey suskun çocuk, saatler ve saatlerce konuşacağım seninle; artık ne kırlar var benim için ne yollar, ve sokaklar boş, şimdi eşyalarımızdan söz edeceğim... Daldın mı? ( Titreyip ürperiyor bak örümcek ağları pencereler üstünde.)
Sefahata dalmıştım orada. Demin babam, kızları baştan çıkarmak için binlerce ruble harcadığımı söyledi. Alçakça bir iftiradır bu. Böyle bir şey hiçbir zaman olmadı. Birşeyler oldu ya, para gerektirmeyen türündendi "bunlar." Benim için para ikinci planda kalan bir şey; heyecan, dekordurl Bugün kalbimin sahibi olan kibar bayanın yerini, bakarsın yarın bir sokak kızı almıştır. İkisini de eğlendiririm, avuç dolusu para harcanın yollarına. Müzik, gürültü, çingeneler ... hiçbirini eksik etmem. Gerekirse ona da veririm, çünkü alırlar, bayıla bayıla alırlar, bunu itiraf etmeli, severler parayı, minnettar kalırlar. Kibar bayanlardan sevenler oldu beni. Hepsi değil, ama birkaç tane çıktı... Gelgelelim, ben her zaman ara sokakları, alanların arkasındaki ıssız, karanlık çıkmazları sevdim. Serüven, beklenmedik olaylar, çamura düşmüş inciler hep oradadır. Mecazi anlamda söylüyorum kuşkusuz, kardeşim. Böyle sokaklar yoktu küçük kentimizde, yalnızca adları vardı. Sen de benim gibi olsaydın, bu sokakların değerini anlardın. Ahlaksızlığı, ahlaksızlığın ayıbını da seviyordum. Katı yürekliliğe bayılıyordum: Bir tahtakurusu, zararlı bir böcek değil miyim! Karamazov demişler!
Bir küçük menkıbesi bize Napolyon'un ruhunu anlatır. Napolyon'un Marşan isimli bı uşağı var. Harp meydanlarında, çadırında, her yerde ayağının ucunda yatıyor. Ona güveniyor imparator... Nitekim Sent Helen'de onu takip etti ve çıldırarak öldü. Bu adam bu hadde kadar Napolyon'un hizmetçisi, sadığı adam Napolyon'dan bir madalya bile alamamış... Tek emeli bir teneke madalya olsun, mânevî bir mükâfaat görmek... Söyliyemiyor tabi... Bir gün Napolyon bir merasime gidecek. Giydirirken imparatoru, boynunu büküyor: Söylüyor uşak, diyor ki: "- Ben bir bakır madalyaya bile lâyık değil miyim? Cevap: "- Hayır; ben dan bir bakır madalya bile veremem! Çünkü nişanları, Fransa'ya hizmet edenlere veriyorum; sense benim şahsıma hizmet ediyorsun!"
-Akşam sinemaya gidelim mi? Ben babamları atlatıp izin alırım. + İşim var, dedi Necip. - Ne işin var? +Söyleyemem. - Gitmesen olmaz mı? Bu akşam gitme, sinemaya gidelim. +Olmaz. - İşin benden daha mı önemli? + Her şeyden daha önemli. -Beni sevmiyor musun? + Ben böyle sözlerden hoşlanmam. Senin de böyle konuşmanı istemiyorum. - Ne
Reklam
944 öğeden 821 ile 830 arasındakiler gösteriliyor.