Kaşlarını inceltmiş, yanağına bir ben kondurmuş, rastık ve sürme çekmiş, allık sürmüştü. Hâsılı, donanmış etmiş, odama öyle gelmişti. Hayatından pek memnundu anlaşılan ve farkında olmadan sol işaret parmağını ağzına götürüyordu hep. Bu latif kadın, Suren ırmağı kıyısında körebe oynadığımız, entarisi kırmalı ve siyah, kendisi ince, zarif o kız mıydı? Halleri çocuksu, özgür ve eteğinin altında bacakları göründükçe heyecanlandığım o kız mıydı? Şimdiye kadar farkına varmamıştım, şimdi gözlerimin önünden bir perde kalkmıştı sanki. Bilmiyorum niçin, kasap dükkanındaki koyunlar geldi aklıma; büyük bir parça etten farksızdı o ve eski çekiciliklerinin hepsini yitirmişti. Boyanmış, süslenmiş, dolgun bir kadın olmuştu; yaşamayı düşünen, katıksız bir kadın! Karım! Korkuyla görüyordum: karım büyümüş, akıllanmış, bense çocuk kalmıştım. Hattâ yüzüne, gözlerine bakmaktan utanıyordum. O, ben hariç, kendini herkese veriyordu, fakat ben, onun çocukluğunu belli belirsiz tekrar yaşayarak, kendimi teselli ediyordum. Saf masum bir yüzü, geçici, süreksiz halleri vardı çocukken, ve yüzünde ihtiyar hurdacının diş izleri yoktu henüz. — Hayır, aynı kimse değildi bu.