Olaylara bakışı, sade dili, yalın ama güçlü anlatımı ile başlangiçta çok sevdim yazarı. Öykü 30'lu yaşlarının ortasında hayatın anlamını keşfedememiş, belki de hayata tam istediği yerinden tutunamamış, hayal ettiğiyle tamamen zıt bir işte sıkışmış, zaman zaman halüsünasyonlar gören ve bunlarla kendince baş etmeye çalışan ana karakterimizin ağzından anlatılıyor. Hikayenin, olayların sıralamasından bağımsız olarak, öncesi ve sonrası arasında gidip gelerek anlatılmasını da çok beğendim. Bu merakımı diri tuttu hep. Her şey çok güzel giderken hikayenin sonlarında yazarın bir kafedeki yaşlıları tarif ve tasvir edişi beni son derece rahatsız etti. Bunu ana karakterin ağzından yapıyor olması yazarın gerçekte de böyle düşündüğü anlamına gelmez elbette. Bu bir kurgu sonuçta ama yine de kitapta ana karakterin bir nebze de olsa yazarın hayata bakış açısını yansıttığını düşündüğümden yaşlılara bu tür tanımlamalar yapmasını hiç hoş bulmadım doğrusu. Kitabı tek bir cümleyle özetlemem gerekirse: "Hayatı tek bir katmanda yaşayan, duygularını ve ruhunu görmezden gelen adamın can çekişen ruhu ona burdayım ben de varım demek için "tuhaflıklar" şeklinde görünüyor." derdim. Anlatımını, sadeliğini beğendim. Hayata bizden farklı bakışları anlayabilmek adına okunası buldum.