Okuyucum, siz de çocuk oldunuz ve belki de hâlâ çocuk olmanın mutluluğunu yaşıyorsunuz. Muhtemelen (kendi payıma hayatımın en güzel günlerini bu şekilde geçirdim) güneşli bir günde, bir ırmağın kıyısında, çalılıktan çalılığa koşarak, keskin açılar çizen ve karşısına çıkan tüm dalların uçlarını öpen yeşil ya da mavi bir kızböceğinin peşinden koşmuşsunuzdur. Düşüncelerinizin ve bakışlarınızın bu vızıldayan burgaca, hızlı uçuşu nedeniyle şeklini kavramanın mümkün olmadığı gövdesini çevreleyen lal ya da gök mavisi rengindeki kanatlarına nasıl tutkulu bir merakla sabitlendiğini hatırlarsınız. Kanatlarının titreşiminin ortasında belli belirsiz seçilebilen, dokunulması ve net bir şekilde görülebilmesi mümkün olmayan bu havai yaratık size nasıl da büyülü, sihirli görünür! Ama nihayet bir sazın büyülü, sihirli görünür! Ama nihayet bir sazın ucuna konup, tülden uzun kanatlarını, mineden uzun elbisesini, birbirleriyle birleşmiş iki kristal küre gibi görünen gözlerini yakından izlemenize izin verdiğinde, nasıl bir şaşkınlık yaşadığınızı ve onun yeniden gövdesiyle gölgelere, varlığıyla hayallere karıştığını gördüğünüzde nasıl korktuğunuzu hatırlarsınız! İşte bu duyguları anımsamanız, Gringoire'ın şimdiye kadar bir dans, şarkı ve uğultu karmaşasında hayal meyal görebildiği Esmeralda'yı cisimleşmiş, elini uzatsa dokunabileceği bir halde hemen karşısında bulduğunda neler hissettiğini anlayabilmenizi kolaylaştıracak.