“Gençliğe kim kurtaracak? Bu topraklarda yüksek bir medeniyet yaratıcı istikbâli kim bize vadedecek? Bu memleket gençliğinin gözünde büyük adam tasavvuru, azametli, sert bakışlı, endişe ve ızdıraptan kurtulmuş görünen, yaldızlı ve parlak sözler söyleyen, vakur yürüyüşlü hem de iyi giyinmiş ve servet sahibi hortlakların şeklinden ne zaman sıyrılacak? Ne zaman büyükleri, bizim gibi alelâde yaşayanların arasından kıyafet ve sözleriyle değil, fikir ve kanaatleriyle, hareketlerindeki fedakârlıkla ve kahramanlıklarıyla tanıyacağız?”
Sayfa 263Kitabı okudu
48 syf.
·
Puan vermedi
·
30 saatte okudu
Şinasi Nahit Berker, gazetecilik camiasının ilginç karakterlerinden biri. Onun hiciv tarzı siyasi yazıları ilk olarak ilgimi çekmişti. Zaten " Bu memleket uzun laftan battı" diye meşhur lafı vardır. Bu kitap adını şu olaydan alıyor; Bir vakit Gazeteci Metin Toker, İnönü'nün kızı ile evleniyor. Gazeteci Cüneyt Arcayürek bu olayın üstüne bir yazısında, bu evlilikle Babıali'de gazetecilerin saygınlık kazandığını söylüyor. Şinasi Nahit durur mu, " Bizim saygınlığımız Metin'in bilmem nesine mi bağlıydı yani? " diye yapıştırıyor cevabı. Kitap bir döneme ışık tutan eğlenceli olaylarla ve anlatımlarla kısa sürede keyifle okunuyor.
Babıalide Gazetecileri " Saygın İnsan" Kimin Nesi Yaptı?
Babıalide Gazetecileri " Saygın İnsan" Kimin Nesi Yaptı?Şinasi Nahit Berker · Öncü Matbaası · 19861 okunma
Reklam
"Acaba bizim sokağın adını kim verdi?" dedi Tully. "Ben bu sokakta hiç ateşböceği görmedim." Kate omzunu silkti. "Şu eski köprünün üst tarafı da Missouri Sokağı. Herhalde Missouri'li bir lider memleket hasreti falan çekiyordu. Ya da kaybolmuştu." "Belki de bu bir büyüdür. Burası büyülü bir sokak olabilir." Tully ona döndü. "Belki de birbirimizle arkadaş olmak için yaratıldık." Kate bu fikrin gücüyle ürperdi. "Siz buraya taşınmadan önce, bu yolun hiçbir yere çıkmayan sıradan bir yol olduğuna inanırdım." "Ama artık bizim yolumuz oldu." "Büyüdüğümüzde istediğimiz her yere gidebiliriz." "Neresi olduğunun bir önemi yok," dedi Tully.
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket, bizim. Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak ve ipek bir halıya benzeyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim. Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, yok edin insanın insana kulluğunu, bu dâvet bizim. Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim.
Bu burçlar falan var ya, çok saçma. İnsanın kişiliğini doğum tarihinden anlayamazsın. İnsanın kişiliğini doğum yeri belirler. Bizim Anadolu insanı bunu bilir mesela. Onun için de yeni tanıştığı bir kişiye “Burcun ne?” diye sormaz. “Memleket nere?” diye sorar. Bir de yükselen burç meselesi var. O da vatandaşlık oluyor, yani hangi ülkenin vatandaşı olduğu. O da önemli. Suriye'de doğmuş bir Suriyeliyle Suriye'de doğmuş bir Fransızın kaderi aynı olmuyor tabi. Burcum Halep ama yükselenim Fransız. O zaman iş değişiyor tabi. Ya da burcum Kongo yükselenim Belçika. Durum farklı. İşte benim burcum da Kambura. Benim kaderim de Kambura. Ben eğer bugün buralara geldiysem, sırf Kambura'da doğduğum içindir.
Sayfa 40 - Hakan GündayKitabı okudu
Değişen hiçbir şey yok
Bizim kuşaklarda eskiden kalma kötü bir alışkanlık vardı. Hangi yabancı Türkleri tenkit ederse "hakaret etmiştir," "iftira etmiştir." Meşrutiyet'te sokaklara çıkar, nümayişler bile yapardık. Eğer yabancıların bize ille iftira edeceklerini değil de doğruyu söyleyeceklerini hatıra getirmiş, o tenkitlerden kendimize çekidüzen vererek kurtulma yollarını aramış olsaydık yirminci yüzyıla Batı'nın çağdaşı bir millet ve memleket olarak ayak basardık. Yalnız övünmek, bu yüzden de övülmek zaafi bizi kendi kendimizi, çevremizi ve çağımızı öğrenmekten mahrum bırakmıştır.
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.