“Ben bu çağa uymadım..
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yaşadığı devirde yaşasam, Onun ﷺ ashâbından olsaydım. Yahut en azından tâbiînden, ashâbın ashâbından kılınsaydım..” diyoruz.
O zamanda yaşasak o zamanın İslâm’ına ne kadar îmân edebilirdik acaba? Ahlâkımız Nebî’nin -sallallahu aleyhi ve sellem- ahlâkına, örtünmemiz sahâbe hanımlarının örtüsüne ne kadar benzerdi? Yahut Rasûlullah ﷺ’in tebliğ ettiğine/Vahy’e ittibâmız nasıl olurdu? Biri O’ndan ﷺ işittiği bir sünneti bildirdiğinde “Filân senin sünnetinden yüz çeviriyor Ey Allah’ın Rasûlü” diye Nebî’ye ﷺ haber verilen biri mi olurduk yoksa?
Bu gününe bak.
Giydiğine, yediğine, yaşadığın eve, konuşma uslûbuna.. Şimdi bir daha söyle “Ben bu çağa göre değilim, Rasûlullah ﷺ ile birlikte olmayı ne de isterdim!”
Kavlin ve fiilin, niyetine uyuyor mu?
O’nun ashâbı olmaya lâyık olabilir miyiz? Amel, îmân ve zuhdümüz(dünyaya nefret ve âhirete rağbetimiz), bizi o çağın Mu’minlerinden kılabilecek güce ve kuvvete sâhib mi?
Biz şu andan sorumluyuz. ‘Şimdi’den.
O yüzden bilelim; O’nun ﷺ Sünnetine ittibâmız bugün ne ise, geçmişte de aynen öyle olurdu. Ama -meâzAllah!- sakın bugünün ‘evinde takvâ sâhibi dışarıda mulhidi’ olma, yoksa soyunu İbn Selûl’a intisâb etmiş bulursun..
Ne o asırda ne de bu asırda kazanamayanlardan olmayalım..
Her birimiz nefsini tanıyor. O hâlde mertçe nefislerimiz aleyhine hükmedelim!:
Biz, ıslâh olmaya muhtâcız.
28 Şevvâl 1443