II. Abdülhamit’in saltanat yılları dedektif ve polisiye romanının Fransa’da keşfedildiği ve İngiltere’de yükseldiği ve çevirilerle bütün dünyada okunmaya başladığı dönem olduğu için, bugün İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunan bu beş yüz çevrilmiş kitabın küçük bir “polisiye romanın başlangıç yılları” kütüphanesini oluşturduğunu söylemek yanlış olmaz.
O günlerden yüz küsur yıl sonra, Türkiye Cumhuriyeti’nde siyasi iktidarın Abdülhamit’i müstebit ama halkın sevdiği milliyetçi ve dindar bir padişah diye övgüyle tanıttığı ve yeni hastanelere adını verdiği günlerde tarihçiler bu polisiye romanları inceleyerek hayranlık duydukları Padişah’ın polisiye zevkini belirlediler. Otuz üç yıl tahtta kalacak son büyük Osmanlı Padişahı polisiye romanda melodramatik rastlantılardan (Eugene Sue’nün Paris’in Esrarı) ya da polisiye hikayeyi ve mantığı arka plana iten ucuz aşk hikayelerinin araya girmesinden (Xavier de Montepin) hoşlanmıyordu. Hikayede akıllı dedektifin, devlet ve polisle işbirliği halinde, çeşitli muhbir raporlarını dikkatle okuyarak, suçluyu zekice teşhis edip sorunu çözmesinden zevk alıyordu en çok.
Türkiye, Sevgilim
Dünyanın göğsündeki kırık kolyem benim
Bugün günlerden yağmur, aylardan kar
Heder olmuş ocağım, mülküm
Hevesimin yolları kapalı...
Ahmet Erhan
1980'lerden bugüne Türkiye'de kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda söylem düzeyinde paradigmatik bir değişiklik yaşanmıştır. Yirmi yıl kadar önce dayağa karşı olmak radikal bir feminist önermeyken, bugün dayak yaygın biçimde kınanmakta, yasalarla cezalandırılmaktadır.
Yıl 1936, günlerden 27 Kasım. Meclis, Hatay sorununu tartışırken söz ister istemez Ankara İtilâfnamesi’ne geliyor: Yusuf Kemal o günleri anlatırken diyor ki: O zaman zaruretler vardı, o zaruretlerdir ki bize bu fena hududu kabul ettirdi, şimdi Fransa’da bulunan Franklin Bouillon’a soruyorum. O zamanki müzakerelerde Türk Murahhası baştan sona kadar ‘Antakya İskenderun Türk’tür, behemahal alınacaktır’ sözünü tekrarlamış değil midir? ... Yalnız Fransa değil, bizim bu meselemizle meşgul olacak bütün milletler bilirler ki bugün karşılarında İtilâfname’nin akdi sırasındaki Türkiye yoktur, hatırlarına getiremeyecekleri kadar kuvvetli bir Türkiye vardır.
ABİDİN NESİMİ
1911’de Bingöl'ün Kiğı ilçesinde doğdu. İlkokulu Mercan Sultanisinde, Orta ve Liseyi İstanbul Erkek Lisesinde okudu, Yüksek Öğrenimini İTÜ’nün (o zamanki adıyla Yüksek Mühendis Mektebi) Su Şubesinde yaptı.
1937-1949 yıllarında serbest çalıştı, 1949‘da Bayındırlık Bakanlığı hizmetine giren Abidin Nesimi evli ve 3 çocuk
Rıfat Ilgaz'ın hastaneye yatışı ile ilgili, Başdan gazetesinin, 28.1.1949 gün ve 25. sayısında şu haber verilmiştir: "... hastaneden çıkan Ilgaz, on gün kadar savcılıkta ifadeler ve muhakemelerle meşgul olmuş ve tekrar hastalığı arttığından yatağa düşmüştür. Rıfat'ı para ile yatıracak bir hastane dahi bulunamamış, nihayet Vali Vekili Haluk
"Recep Peker Hapı Yuttu", "Kazıklı Resmi Tazim" başlıklı yazılardan başka "Hakkınızı Helal Edin Dostlar" başlığıyla Markopaşa'nın birinci sayısında "Şakalar" köşesinde yazılanlar yeniden verilmiş. Bir başka yazı da "Nasıl Girer" başlığını taşıyor. Okuyalım. 1947 yılında yazıldığını düşünerek son