Sessiz çığlıkları biriktirmiş gibi şakağın, her kıvrımı ayrı uçurumları taşımışçasına. Ne güzel sordun, bu sualleri çok mu derinlerden çekip aldın? Bunca yıl bu sorularda mı kıvrandın? Senelerce beklediğim sır mısın? Ey yabancı, hangi denizleri yuttun da geldin? Beni de tufanına götürmeye mi geldin? Uykusuz gecelerin yorgunluğu saçlarına düşmüş, saçları ağartan o güne beni hazırlamaya mı geldin? Bir bebek gibi uyuyan koca adam, nedir ismin, dağların yüklenmediğini taşıyor gibi yorgun cismin.
Yüz deniz dalgasında sessiz efsane, karanlık gecelerin bağrında gizli bir sır. Bir deliliğin nöbetine ha yaklaştı ha yaklaşan hatıra bir bakış... Binlerce ümit gözünün dibinden damlayan kan... Ben neyim? Dillendirilmemiş name, zikredilmemiş sır.
Korkuyorlardı tüm kurulan düzen bozulacak diye. Kurdukları sahte düşlerle kurdukları saltanatlarından, korkuyorlardı üzerini örttükleri, görmesinler diye gizledikleri hazinenin ortaya çıkmasından. İtibarlarının yerle bir olacağından, şöhretlerinin uçup gideceğinden kaybedeceklerinden korkuyorlardı.
Kalpleri hırs mezarında çürürken, gözlerini cennete çevirip birbiri ile çekişen din adamlarını gördüm. Dilinde aşkı konuşup, tembelliği sabır sanıp, maneviyattan dem vurarak aşkı, makam için, şöhret için satan riyakârları gördüm.