“Ne fark eder, günler günleri kovalamalı; çarşamba, perşembe, cuma, cumartesi; insan sabahları kalkmalı; gökyüzünü görmeli; parkta yürümeli; Hugh Whitbread’e rastlamalı; derken, aniden içeri girdi Peter, sonra da bu güller; yeterdi işte. Bunlardan sonra, ne kadar akıl almazdı ölüm! - hayatın mutlaka sonlanacak olması; ve koca dünyada hiç kimselerin, onun bütün bunları nasıl da sevmiş olduğunu bilmemesi; nasıl, her bir saniyesini...”