Ahmet Mithat’ın diline alışmak başta zorlayıcıydı. Özellikle karakterler arasındaki diyaloglar yorucuydu. Ancak yazarın doğrudan konuştuğu anlar bambaşkaydı: ironik, muzip, zeki. O anlattığında sayfalar adeta ışıldıyordu. Keşke sadece o anlatsa diye düşündüm yer yer. Ama verdiği mesajın ağırlığı, karakterlerin ağzından aktarılınca daha yerli yerine oturmuş.
Yüzeyde bir efendinin, bir çingeneye duyduğu aşk gibi görünse de bu kitap, çok daha fazlasını anlatıyor. Asıl konu, toplumun dışladığı bir kimliğe karşı kurulan üstünlük ilişkisi. Eğitim bahanesiyle başlayan yakınlık, zamanla duygulara dönüşüyor ama efendi sınıfı mensubu adam bunu kendine bile itiraf edemiyor. Kadın ise, eğitimle değişiyor, gelişiyor, bir hanımefendiye dönüşüyor. Ancak bu “dönüşüm”, toplumun ön yargılarını aşmaya yetmiyor.
Ve sonra…
Tüm satırların, duyguların, çelişkilerin biriktiği yerde öyle bir an geliyor ki, okur olarak kalakalıyorsunuz. Ne yapacağını bilemeyen karakterlerin o çaresizliği, kendini toplumun ellerine teslim etmiş insanların o sessiz çırpınışı… Ahmet Mithat öyle bir ters vuruş yaparak sessizlik sayfalardan odanıza kadar yayılıyor. O final, romanın asıl gücü.
Ve son olarak…
Bir hatayı daha büyük bir hatayla düzeltmeye kalkışmak o hatadan daha korkunç neticelere yol açar." sayfa94
Aklın, kalbin ve ruhun yaptığın eylemin doğruluğunu onaylıyorsa, kim ne derse desin, o yolda yürümelisin.