Hayatımda en mutlu olduğum anları düşünürken,
aklıma bu denli çok gelmene kırgınım.
Bitenlerin pişmanlığıyla değil,
yaşananın gururuyla yürüyeceğim diye atarken adımlarımı üstelik,
her kaldırım köşesinde gözlerimin yaşarmasına çok kırgınım.
Ben ne zamandan beri sapları paslı bıçaklarımı özlüyorum biliyor musun?
Ben de bilmiyorum.
Bilmediğimiz çok şey var değil mi?
Mesela annem, böylesine yıkıldığımı bilmiyor.
Hatta hâlâ ağladığımı geceleri, hiç bilmiyor.
Zaman'ı bir çeşit akış olarak görürüz, kara kayalardan bir fonun önünde beyaz beyaz çağlayan gerçek bir çavlan ya da rüzgarlı bir vadide akıp giden çamur renkli büyük bir nehir olarak değil de, kendi zamandizimsel manzaralarımızın içinden değişmeden akıp giden bir şey olarak. Bu mitik manzaraya o denli alışmışızdır, hayatın her aşamasını sıvılaştırmaya o kadar can atarız ki, fiziksel devinimden bahsetmeden Zaman'dan bahsedemeyiz.
"Hiç, içinde dışarı çıkmak için bir şans verilmesini bekleyen bir şey varmış gibi hissedin mi kendini?" diye sordu. Kullanmadığın bir ek güç gibi, hani türbinlerden geçmek yerine şelaleden çağlayan su misali?"