Ben bu hayatta her yol ayrımına,
yol belki sana çıkar diye sabretmişken,
senin kılını bile kıpırdatmamana
kırgınım.
Bana hiç kendimi,
bir çiçek tarlasında koşuyormuş gibi hisettirmemene
kırgınım.
Ben senin yerine kimseleri koymamışken üstelik,
aklına gelmiyor oluşuma
çok kırgınım.
Beni kırılmaya,
böylesine alıştırmana,
çok kırgınım.
Artık kendini tamamen kaybetmişti... Yıllardır içinde biriken öfke ve kin bir çağlayan gibi dışarı boşalmayı bekliyordu. Hareketleri tamamen kontrolden çıkmış, ne yapacağını, ne söyleyeceğini kendisi de bilmiyordu.
"Hiç, içinde dışarı çıkmak için bir şans verilmesini bekleyen bir şey varmış gibi hissedin mi kendini?" diye sordu. Kullanmadığın bir ek güç gibi, hani türbinlerden geçmek yerine şelaleden çağlayan su misali?"
Armaiti bir süre ikisinin arasında durmaya devam etti. Ellerini kalçalarına dayamış, başı dimdik duruyordu. Simsiyah saçları çağlayan gibi çıplak, beyaz omuzlarına dökülüyor, göz kamaştıran ince bedeni sabah güneşinde parlıyordu. İri koyu renk gözler, dipdiri bir ten. Dimdik, bahar sabahı kadar olgun, ışıl ışıl göğüsler.
Barton güçsüzce gözlerini kapattı. Karşısındaki kadın doğumun beden bulmuş haliydi. Yaşamın ve kadının fışkıran gücüydü. Barton, tüm yaradılışın, canlı olan her şeyin arkasındaki gücü, enerjiyi görüyordu. Parlak, balkıyan dalgalar halinde yayılan, titreşen inanılmaz derecede güçlü bir canlılık .
Bu onu son görüşü oldu. Gidiyordu artık. Yumuşak, içten kahkahasını bir kez daha duydu. Kahkahası hala kulaklarındaydı, ama biçimi hızla eriyordu. Toprağa, ağaçlara, çiğle ışıldayan çalılara ve sarmaşıklara karışıyordu. Saf yaşamdan oluşan bir nehir gibi hızla aktı ve nemli toprağa karıştı. Barton gözlerini kırpıştırdı, ovuşturdu ve bir an başını çevirdi.
Başını tekrar çevirdiğinde kız yoktu.
“Kanına ihanet karışan budun,
kurt sürüsüne ihanet eden çakal sürüsünden başka bir şey değildir.
Kurt olmayı beceremezsen,
çakallar gibi inleyerek geberirsin!”