Adın üç kere geçti saçma sapan bir filmde
yalnız olsam çok ağlardım ama annem bakıyordu
otoban dolusu gürültüyü sıkıştırıp beynime
anne dedim, hadi çay koyda içelim.
Bana ait her şey yasaktı, dil, kitap, dergi, gazete, şarkı, dans, toplantı, yürüyüş, bırakın Kürtçe kitabı , dilimde yazılmış bir tek cümle bile yoktu, bulunamıyordu, ama dilime, kültürel aidiyetime düşman her şey, her yerde, fazlasıyla vardı.
Sürgünde uyandığınız sabah, gün size
ait değil, mutfaktaki kokular tatlar size ait değil. zaman mekan size ait değil, hava iklim size ait değil, dışarda sizi bekleyen hayat, iş güç, plan program size ait değil. Sevdikleriniz, tanıdıklarınız, bildikleriniz, size ait olan her şey çok uzaklarda ve sizin oralara ulaşmanız hatta "nasıl olsa bir gün ulaşırım" diye kendinizi avutmanız bile mümkün değil. Yalnız ve yabancısınız, mahkumsunuz, güçsüz ve çaresizsiniz.
"8 yaşında falandım. Babam gözümün önünde anama yumruk vurunca kendimi dışarı attım. Etrafıma baktım. Tavuklar, köpekler, koçlar, sığırlar...
Hiç bir hayvanın erkeği, dişisine kuvvetini denemiyor.
O zaman dedim ki ;
" Dişisine vuran erkeğe hayvan bile demek yanlış. Hayvana haksızlık..."
Eğer insan öz değerinin bilincinde değilse, kendindeki erdemi hissetmiyorsa, kendine karşı saygısı yoksa bu duygular aristokratlarda çok gelmiştir. Hiçbir toplumsal kuram, toplum yararı için sağlam bir temel oluşturamaz. Asıl önemli olan kişiliktir efendim. İnsanın kişiliği bir kaya gibi sağlam olmalıdır çünkü herşey onun üzerine bina ediliyor.
Herkes göçmendi, kimsenin özgün özelliklerinin, deneyimlerinin, bilgi ve görgüsünün bir anlamı yoktu, herkes pazara göre ayarlanmış bir çarkın göçmen dişlisiydi.