"Çoğu kez yüzlerinde, omuzlarında ve bileklerinde, birer hikaye özeti gibi duran bıçak yaraları olurdu bu tayfaların. Gözlerinde de, bu yaraları açan bıçakların parıltısı… Hatta, geçmişin karanlığında kalacağı yerde tafyaların gözlerinde soluk alıp veren bu çelik mavisi parıltılar kimi zaman öyle keskin oluyordu, öyle acımasız görünüyor ve öyle şiddetli yanıp sönüyordu ki, eminim, ister istemez tayfaların baktığı her yer biraz yaralanıyordu. Kıpırtılar, sesler ve yelkenli gemiler gibi gözüken şimdiki zamanın yüzünde küçük küçük, yara izine benzeyen pencereler açılıyordu yani ve anımsamak istemeyen bir geçmiş, bu pencerelerin gerisinde, alaycı bir sesle küstahça uğuldamaya başlıyordu."
Poyraz Musa da tepeden tırnağa apaktı.Karşı dağların ardı aydınlanınca deniz menevişledi. Denizin üstünde çok mor, çok turuncu, çok yeşil, çok sarı, çok kırmızı ışıklar kaynaşmaya başladı. Poyraz Musa, başını kaldırıp karşıya bakınca az ilerdeki adayı gördü, hızını kesti, kayığı durdurdu, ayağa kalktı, kollarını açtı, derin bir soluk aldı, kayık sağa sola hafiften sallanıyordu. Bir tansıkla karşı karşıyaydı. Ada pespembe bir ışığa batmıştı. Pembe ışık denize yansımış inceden dalgalanıyordu. Poyraz Musa, günün ucu gözükünceye kadar olduğu yerde, kayıkla birlikte sallanarak orada öyle, kendinden geçmiş durdu kaldı. Önce denizin aklığı kaydı gitti, bir anda gözden silindi. Ardından denize yansımış şeftali çiçeklerinin pembesi birden uçtu gitti adanın üstüne kondu. Yıldızlar parladı söndü. Bir balık, nerdeyse bir çocuk boyu, denizden fırladı, havada çakarak, çelik mavisi, çelik yeşili, çelik moru, çelik kırmızısı ışıklarını fışkırtarak, geri düştü. Balıklar, büyüklü küçüklü arka arkaya denizden fırlıyor, ışıklarını havada bırakarak denize geri düşüyorlardı. Denizin üstü bir çocuk boyu pul pul oldu.Poyraz Musa gülümseyerek yerine oturdu, küreklere yapıştı, kayığın burnunu gündoğuya doğrulttu, kıyı kıyı gitmeye başladı.
Reklam
sen Ülkemin temmuz güneşi Hasan Hüseyin ne dersin çelik mavisi daha fazla kalabilir mi karanlıkta
birkaç yudum içebildiğin kahveni yudum yudum içtim, sen gidince – ama bitiremedim; bıraktım biraz. Sonra, yürüdüm. Anlamsız cadde boyunca. Öylesine. Amaçsız. Bir yerlere girdim. Oturdum birsüre. Sonra, dışarıdan, ışığın geldiğini gördüm. Kalktım, çıktım, yürüdüm. Tatlı huzur ışığımızın yanından geçerken, saatimizdi. Geldim. Gürültüler vardı –
denizlerin anısına : MEKTUP AŞIK İHSANİ Demem şu ki sevdiğim, ortaçağdan bu yana bana öyle bir ters geldi ki,1971 Mart,Nisan,Mayıs ve sonrası….Yıkılası mahpushaneler tıklım tıklım evde, yolda,işte, sokakta, on on, yüz yüz, bin bin adam toplanmakta. Anlayacağın ne kadar ben çağımdan ve üzerinde büyüyüp suyunu içtiğim toprağımdan
Balıkların gözleri cam gibi, kırmız ayna gibiydi. Sırtlarının kırmızısında çelik mavisi iğne uçları gibi şimşekleyip sönüyordu.
Reklam
424 syf.
·
Not rated
Peri 2000 li yıllarda Oxford’da okumuş lakin eğitim hayatını tamamlayamadan İstanbul’a dönmüş kafası çok karışık, bir karar alacağı zaman hep ortada kalan şaşkın bir genç kadın. Şirin ve Mona Oxford’dan arkadaşları lakin bu 3 arkadaş birbirinden gece ile gündüz kadar farklı. Profesör Azur'un Tanrı Felsefesi dersini almaya başlayan Peri git gide içinden çıkamayacağı bir labirente dalıyor. Olaylar Peri üzerinden anlatılıyor, farklı fikirler çarpıştırılıyor ve mükemmel bir son sizi bekliyor. Tavsiye listeme ekledim ;) “ Peri annesinin değil, babasının kızıydı. Duvardaki işlemeli çerçevenin içinden, çelik mavisi gözlerindeki altın rengi harelerle onlara bakardı Atatürk. Ulu Önder portreleri evin her yerindeydi. Mutfakta asker üniformalı Atatürk, oturma odasında redingotlu Atatürk, ebeveyn yatak odasında paltolu ve kalpaklı Atatürk, koridorda ipek eldivenli ve pelerinli Atatürk. “Atamız olmasaydı İran gibi olurduk, sakın unutma” derdi Mensur kızına...” “ Cehaletin eline kudret geçmeyegörsün, bak işte o zaman korkacaksın.” “ Her zahmete kızar kinlenirsen, cilalanmadan nasıl parlayacak aynan?” Mevlana
Havva'nın Üç Kızı
Havva'nın Üç KızıElif Şafak · Doğan Kitap · 201616.3k okunma
Mac'in sanki istediği tek şey oymuş gibi bakan gözlerinin etkisinden kurtulamıyordu. Bu nasıl mümkün olabilirdi? Çelik mavisi soğuk gözlerin de gördüğü sıcaklık içini arzuyla dolduruyordu. Eğer bu gördüğü çılgın rüyalardan biriyse, hiç uyanmak istemiyordu.
Sayfa 167 - Novella yayinlari.Kitabı okudu
380 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.