Dünya milyarlarca
yıldır usanmadan yaşamaya devam ederken insanoğlu onu
kısa bir süre tecrübe etmeyi işten sayıyordu ve tartının ağır
basan tarafının kendisi olduğunu iddia ediyordu. Dünya mıydı insan için olan, yoksa dünyanın umurunda bile değil miydi insan? İnsanı demir dişleri arasında çiğneyen dünya mıydı suçlu olan ya da suçu yok muydu dünyanın? Belki de
tek suçlu zamandı. Dünyaya gectiği kıyağı insana geçmiyor,ona son derece cimri davranıyordu. Halbuki zamana şeref
katan tek varlıktı insan. İnsan olmasaydı hatırlanmaya layık ne bir anı ne de hatırlanacak bir an kalırdı.
O gözler de daha şimdiden acı gizleniyordu. Bu acının yanında bir de bilgelik vardı. Belki de bizi bilge kılan acılarımızdı. Bilge olmanın getirisi miydi acılar?
"Yaşıyorum ama ölü gibiyim. Konuşuyorum ama susuyor gibiyim. Karşımdakiyle konuşurken bile konuşmalara odaklanamıyorum, başka bir âlemdeyim sanki. Geleceğe dair ne şekilde hareket edeceğimi bilmiyorum."
Çiftçinin kök salması için yer verdiği her tohumun tarlada serpilip büyümesi gibi,insanın arzuları da karşılanma olanağı doğdukça aynı biçimde artar. İnsanın arzuları sonsuzdur ama bu arzuların çok azı tatmin edilebilir.